Osmanlıyı batıran saray sevdası
Tarih boyunca devletlerin yükselişi kadar düşüşü de ibretlik derslerle doludur. Ataları Oğuz Kayı Boyu Türklerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde en dikkat çekici unsurlardan biri, tıpkı günümüz Türkiyesinde aylık açlık sınırının asgari ücretten büyük ve 4 kişilik ailenin YOKSULLUK sınırının 86.000 TL olması gerçeği gibi, Kırım, Balkan, Kafkas, Kuzey Afrika, Yemen.... harpleri ile Osmanlı halkı açlıkla boğuşup ekonomik darboğazlar yaşanırken illada saray inşa etme sevdasının ön plana çıkmasıdır.
Çoğunun anası Türk ve müslüman olmayan Osmanlı’da padişahların saray tutkusu, çoğu zaman devletin kasası boşken dahi sürdürülmüştür. Örneğin Dolmabahçe Sarayı’nın bedeli bin altın (bugünkü karşılığı $ 3.9 MİLYON) altın varaklı kapılarından biri, dönemin Almanya İmparatoru II. Wilhelm tarafından beğenildiğinde Sultan Abdülmecid hiçbir tereddüt göstermeden hediye etmiştir. Dolmabahçe Sarayı’nın yanı sıra padişah kızları için de ayrı saraycıklar yaptırılmıştır. Münire ve Cemile Sultanlar’a Beyoğlu Fındıklı’da iki görkemli saray inşa ettirilmiştir. Adile Sultan ise geride kalmak istememiş, onun için de üç katlı, 286 odalı ve 44 salonlu devasa bir saray yaptırılmıştır. Bütün bunlar, savaşlarda kırılan halka karşın – debdebe içinde yaşamaya devam eden Osmanlı hazinesinin hızla erimesine sebep olmuştur.
Atatürk ise yılında halkın bağışlarıyla Çankayada bir Kürt aileden alınan küçük bir bağ evinde yaşamayı tercih etmiş, yatak odasında hayran olduğu Osmanlı kurucusu Oğuz Kayı boyu Türk’ü Osmanbey karakalem portresi ve Timur döneminden el yazması kuran ile Cumhurbaşkanlığı görevini yıllarca bu 4 odalı mütevazı evde sürdürmüştür. Lüks sayılan elektrik yoktu, hatta yıllarca kalorifer bile bulunmuyordu. Atatürk, halkıyla aynı kaderi paylaşmayı ve israf yerine tasarrufu seçti. Bu anlayış, Osmanlı’nın çöküşüne neden olan gösteriş merakının tam karşısında duruyordu.
Özellikle 17 eşi ve 181 seks kölesi anlamlı cariyesi olan Sultan II. Mahmut dönemi ve sonrasında hız kazanmış halkı açlık içinde kırılırken Osmanlı’nın BORÇ PARAYLA saray yaptırma sevdasında örneğin: Çırağan Sarayı için alan içinde bulunan mevcut iki mevlevihane ve 4 cami yıkılmıştı. Ardından batı budalalığına kendini kaptırmış olan 26 resmi eşi ve 472 cariyeli Abdülmecid, Batı mimarisine özenerek Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmıştır. Dolmabahçe, sırf boğaz cephesi 600 metreyi bulan, 12 yılda tamamlanan görkemli yapının 286 odası, 44 balo – dans salonu, 7 şarap mahzeni, dört buçuk tonluk avizeleri, Avrupa’dan getirilen ipek kumaşları ve Mısır’dan getirilen mermerleriyle ihtişamın simgesiydi. Ancak bu ihtişamın bedeli, Osmanlı halkına ağır şekilde yansıdı, borçlar katlanarak büyüdü.
Nitekim Osmanlı Devleti, 1875 yılında iflasını ilan etmek zorunda kaldı. Devletin gelirlerinin büyük bölümü saraylara harcanan dış borç faizlerine gidiyor, hazinede memur maaşlarını bile ödeyecek para kalmıyordu. 1881’de çıkarılan Muharrem Kararnamesi ile kurulan Alacaklı - Tahvil sahiplerini temsil eden – Osmanlı maliye bakanlığının iki katı büyüklüğünde - 7.800: İngiltere‑Hollanda, Fransa, Almanya, Avusturya, İtalya vatandaşı tarafından temsil edilen Düyun-u Umumiye - İdare, vergi toplama, tahsilat ve kaynak paylaşımı tamamı yabancı delegelerinin kontrolüne geçti. Tuz, tütün, damga vergileri, hatta balık vergisi gibi pek çok gelir kaynağı yabancıların eline bırakıldı. Yani Osmanlı, kendi vergilerini bile toplayamayacak duruma gelmişti.
Yaradan yerine - Halkını KAPIYA KUL gören Osmanlının Borçlanma süreci ise ibretliktir. 1850’lerden itibaren dans salonları olan SARAY MERAKLISI BUDALASI haline Osmanlı yüksek faizle borç almaya başladı. Galata bankerleri aracılığıyla alınan borçların büyük kısmı daha baştan kesintilerle devletin eline geçmiyordu. Örneğin 75 milyon franklık bir borcun yalnızca 60 milyonu Osmanlı hazinesine ulaşabiliyor, geri kalanı faiz ve masraflara gidiyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi Avrupa bankaları Osmanlı’ya borç vermeyi kârlı buluyor, bu durum da devletin daha da bağımlı hale gelmesine yol açıyordu. 1873 dünya borsa krizinden sonra, balo salonlarında dans etmeye merak salmış İFLAS etmiş sorsan halife, Avrupanın en büyük şarap mahzenlşerine sahip Osmanlı’ya borç vermek istemedi ve imparatorluk mali açıdan çöktü.
Bütün bu süreç, saray sevdasının nasıl bir israfa dönüştüğünü açıkça gösterir. Halk açlıkla mücadele ederken, padişahlar altın varaklı kapılar, devasa avizeler ve ithal mermerlerle donatılmış balo – dans salonlu saraylarda yaşamayı tercih ettiler. 1876 yılına gelindiğinde devlet gelirlerinin %80’i – SADECE – alınmış dış borç faizlerine gidiyor, geri kalanla memur maaşları dahi ödenemiyordu. Sonunda sorsan halife – herbiri enfiye/kokain – içki düşkünü – haremlerinde YÜZLERCE seks kölesi cariyeli – düzinelerce eşleri olan padişahlarla ün salmış Osmanlı borçlarını 4 odalı bağ evinde yaşayan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, 1954’te tamamen kapatarak bu ağır AHLAKSIZ mirası sonlandırdı.
Bugün Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi Sarayları ihtişamıyla göz kamaştırsa da, her biri Osmanlı’nın son dönemindeki ekonomik çöküşün – SARAY yapma budalalığının sembolüdür. Tıpkı bugün olduğu şekilde - Saraylarda yaşayanlar sefalarını sürdü, fakat bedelini açlıktan kırılan halk ödedi. Tarih bize gösteriyor ki, lüks ve gösteriş uğruna yapılan israf, en güçlü devletleri bile çöküşe sürükleyebilir.
132 odalı - 6 kat (2 bodrum, 2 ana kat, 2 çatı katı) üzerine kurulu, 8 merdiven ve sadece 3 asansöre sahip, Başkanlık ofisi (Oval Ofis), Kabine toplantı alanı ve 3 misafir kabul salonlu, toplamda 5.100 metrekare kapalı alanlı Dünyanın patronu ABD başkanlığına ait White House – BEYAZ EV inadına yanlış osmanlı geleneği SARAY YAPMA MERAKLI hükümetler ülkeyi ekonomik felakete sürüklerken, Umarız Türkiye Cumhuriyeti, geçmişin bu acı derslerinden ilham alarak her daim tasarrufu, adaleti ve halkın refahını ön planda tutar. Çünkü bir milletin büyüklüğü, GÖRMEMİŞLİK misali heryerde milletten toplanan vergilerle – yetmeyince tefecilerden yüksek faizli BORÇ para ile yapılan bin odalı saraylarının görkemiyle değil, halkının mutluluğu ve geleceğe güvenle bakabilmesiyle ölçülür.