Laikliğin sessiz çöküşü !
Türkiye’de laiklik, müzeye kaldırılmış bir gramofon gibi duruyor: Tozu alınır, üstüne örtü serilir, misafire gösterilir… Ama kimse plağını koyup çalıştırmaz.
Okullarda tablo içler acısı. Çocukların laboratuvar görmesi gerekirken, eline dua kitabı tutuşturuluyor. Fizik yasaları unutuluyor, yerine “iman gücü” anlatılıyor. Belki de bir gün Newton’un kafasına elma değil, hurma düştü diye okutmaya başlayacaklar, kim bilir?
Kamu kurumları da farklı değil. Tarafsız olması gereken devlet, cemaatlerin arka bahçesine çevrilmiş. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son haftalardaki “Anayasa’ya aykırı” Cuma hutbeleri bunun en tipik örneğidir. Bürokratın liyakati ise “deyim yerindeyse” diplomasında değil, hangi tarikata selam verdiği ile ölçülüyor. Yasaların yerine “abiler”in ve “hoca efendiler”in sözleri geçiyor.
Siyasetin dili ise ayrı bir trajedi…
Anayasadan güç almak yerine, dini göndermelerle oy avcılığı yapılıyor. Bir devlet adamı, “hukuk böyle diyor” demektense “ayet böyle diyor” dediğinde alkış tufanı kopuyorsa, bilin ki laiklik orada çoktan yere düşmüş, kimse eğilip kaldırmaya cesaret edememiştir.
İşin en tehlikeli boyutu ise bu gidişata alışıyor olmamızdır. Karanlığa gözünü alıştıran insan, sonunda yıldızları göremez olur. Bugün laikliğin çöküşü işte böyle “sessiz bir uyum” tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Unutulmamalıdır ki laiklik, sadece devletin tarafsızlığı değil, aynı zamanda yurttaşın onurudur. İnsan, inancını ya da inançsızlığını korkmadan söyleyebiliyorsa özgürdür. Eğer insanlar çocuklarını “sus, başın belaya girer” diye uyarma gereği duyuyorsa; Cumhuriyet çoktan çatırdamaya başlamıştır.
Ve işin çıplak gerçeği şudur: Laiklik çökerse, Türkiye sadece bir ilkesini değil, Cumhuriyet’in tamamını kaybeder. Cumhuriyet giderse de yerine gelecek olan, modern bir devlet değil; zincirlerinden boşanmış bir ortaçağ karanlığıdır !