Osmanlı dönemi Eski TÜRKÇE sözlüklerinde “orosbu / orospu” karşılığı: fahişe, para karşılığı cinsel ilişkiye giren kadın. Yunanca πόρνη (pornē) kelimesi “fahişe” Bizans döneminde Balkanlara yayılmıştır. Türkçeye muhtemelen Balkan Rumcası ve Ermenicede “orospo”ya yakın telaffuzları olan kelime Osmanlı’nın en büyük çok kültürlü şehirlerinde (İstanbul, Trabzon, Selanik gibi) kullanılmış, Bulgarca ve Makedonca’da “uruspia / oruspija” şekliyle Balkanlardan halk diliyle Türkçeye geçtiğini kanıtlar.
Gerçek tanımlama "Her türlü çıkarı için" olmalıdır. Hemen arkasından da toplumda "Erkek orospuların" bolca bulunduğuna işaret etmek gerekir.Özellikle de fazla gelişmemiş ülkelerin siyaset sahnesinde..Rahmetli Osman Bölükbaşı "Bazı siyasetçilerin bakiresi bile genelevden emeklidir.." derdi. Teşbihteki mizah fışkıran ince alaya bakar mısınız?.. Rakibini demokratik yollardan yenemeyen kalleşlerin adi kumpaslar kurdurarak suçsuz insanları içeri tıkması, her gün hakaretler yağdırdığı birisine "Sayın" diye hitap edip "Toplum önderi" olarak tanıtması, ağzına gelen hakaretleri yağdırdığı partinin gidip kucağına oturan kadın belediye başkanının davranışı siyasi orospuluk değilse nedir?.. Neyse.. Tarih hepsini yazıyor.
Bugün çok talihsiz ve çok özel bir kadının öyküsünü yazayım.
Ben hayatım boyunca ona "Orospu" diyemedim, trajik hikayesini okuduktan sonra acaba siz diyebilecek misiniz? Kahramanımızın adı 1963 yılında bu dünyadan ayrılan ve yeryüzünde halen yeri doldurulamamış ünlü Fransız şarkıcı Edith Piaf'tır. Bizim kuşak gençlerin kadınlarda Dalida, Sylvie Vartan, Mireille Mathieu, Patricia Carli ve elbette Edith Piaf, erkeklerde ise Adamo, Enrico Macias, Johny Holiday ve Charles Aznavour ile coştuğu mutlu yıllar. Fransızca argosunda orospu yerine "Kaldırım serçesi" denir. Piaf hep bu tanımlamayla anıldı ama tek bir kişi bile kendisine "Orospu" diyemedi. Edith Piaf'ın yaşamı bir insanın ancak kötü masallarda yaşayabileceği, katı yürekli insanların bile duygu tellerini titreten, benzeri dünyada sanırım hiç yaşanmamış gerçek bir yaşam öyküsüdür. Edith Piaf fahişe bir baba ile annenin istenmeyen bebeği olarak 1. Dünya Savaşı'nın en karanlık ve berbat günlerinde 19 Aralık 1915'de dünyaya geldi. İtalyan asıllı göçmen olan annesi ile eşcinsel babası sokaklarda fahişelik yapıyordu.Başlarını sokacakları bir evleri yoktu.Sokaklar onların eviydi.
Günümüzde pek çok kişiye yadırgatıcı gelebilir ama 1. ve 2. Dünya Savaşları döneminde pek çok Avrupalı olağanüstü zor yaşam koşullarında hayata tutunmaya çalışırdı.Bebek Piaf işte bu bakımsız ve pis ortamda hayata tutunmaya çalışırken gözleri görmez oldu.Babası onu ya ölüme terk edecek ya da birilerinin yanına bırakacaktı. Ancak kimselerle dostluğu yoktu ki.. Paris'tegenelev çalıştıran bir kadını tanıyordu, ona gidip yalvardı.Kadın henüz bir yaşında olan minik bebeğe acıdığı için eve aldı. Ancak orada 4 fahişe ile birlikte çalışan kadının çocuk bakımıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu.Bebek Edith Piaf'ı melekler büyüttü desek yanlış olmaz. Piaf'ın gözleri kendiliğinden düzeldi, büyüdü, serpildi.Bu koşullarda okula da gidemedi.
Genelevde fahişelerin arasında onların kirli çamaşırlarını falan yıkayarak günlerini geçiriyordu. 12 yaşına gelmişti. Bir sabah evde Fransız milli marşı olan "La Marseillaise"i yüksek sesle söylerken evdeki kadınların müthiş beğenisini çekti. Küçük Piaf'ın pek duyulmamış, insanların gönül tellerini titreten müthiş bir ses kumaşı vardı. Bu minik anı aslında onu dünya şöhretine götüren ilk adımdı. Kızının ses mükemmelliğini öğrenen baba, genelev patroniçesine giderek geçen yıllar için teşekkür etti ve kızını yanına aldı.Aslında savaş bitmiş, ortalık sakinleşmişti.Kızına sokaklarda hem şarkı söyletecek hem de taze vücudunu pazarlayacaktı. Karısı yaşlanmaya başladığı için sapık herif kendisine yeni bir gelir kapısı arıyordu.
Edith Piaf yay burcudur.
Burcunun özelliği olarak iyiniyetlidir, sabırlıdır, duygusaldır, özverilidir ama özgürlüğünden asla taviz vermez. Babasının yanından kaçtı. Artık o da Paris sokaklarında müşteri arayan bir çocuk fahişeydi. Tam o günlerde babasının bir başka kadından peydahladığı, kendi yaşıtı üvey kardeşi Simone ile tanıştı.Kader iki üvey kız kardeşi sokaklarda buluşturmuştu. Birlikte müşteri aramaya başladılar. Takıldıkları bölge, Kırmızı Değirmen (Mulenruj) eğlence lokalinin de bulunduğu turisti çok bol olan Pigalle semtiydi. Fiyatlar Paris'in diğer semtlerine göre daha ekonomikti ancak müşterisi boldu. Kadınlar ucuz otelin fiyatı hariç genelde 150 Frank (bugünkü değeri € 40) ücret alırdı.
Piaf 17 yaşına geldiğinde babasının kim olduğunu hatırlayamadığı bir bebek doğurdu.
Bu yavru bakımsızlıktan menenjit oldu ve melek olup uçtu gitti.
Edith Piaf sigara ve içkiyi çok nadir kullanırdı.
Bu trajik olay sonrasında avunmak için içkiye ve şarkılara sarıldı.
Yüksek sesle şarkı söylediği bir akşam Paris'in kaliteli müzikhollerinden birinin sahibi olan Louis Leplee, sesine hayran kaldı ve sahnesinde şarkı söylemeye davet etti.
Aynı zamanda başarılı bir menajer olan Leplee onu şöhrete kavuşturmak için sihirli lakabı bulmakta zorlanmadı.
Ufak tefek olan Piaf artık bir "Serçe" idi.
Ancak kaldırımlarda bulduğu için yeni patronu "Kaldırım Serçesi" adıyla reklamını yapmaya başladı.
Edith Piaf tüm Fransa'da her geçen gün şöhretini artırmaya başladı.
Ona gün yüzü göstermeyen annesini ve sapık babasını da kaybetmişti.
O güne kadar insanlara hiç güvenmemiş, bu yüzden de hiç kimseyi sevememişti ama sevmeye ve sevilmeye aşıktı.
Evli, genç bir adamla tanıştı.
Adam ona hayatında ilk kez heyecan tattırıyordu.
Başbaşa olduklarında Piaf adeta yaşadığını anlıyor, mutlu bir yuvanın gelecek planlarını kuruyordu.
Adam iş seyahati için 3 günlüğüne Londra'ya gidecekti.
Öpüşüp ayrıldılar ancak 2 saat sonra felaket haberi ulaştı.
Uçak Paris Orly'den havalandıktan hemen sonra düşmüş ve kurtulan olmamıştı.
Piaf artık sadece şarkılarla, içki ve uyuşturucuyla yaşıyordu.
Her yıl onlarca yeni şarkısıyla dünya üzerindeki milyarlarca insana adeta müzikal terapi yapıyordu.
Onun şarkılarında gizemli isyanın, yakarışların, vazgeçilmez sevgi ve aşkın ayak seslerini hemen duyarsınız.
İnsanı hem hüzünlendirir, hem coşturur, hem düşündürür.
Sevgiye susayan, kanatları kırık, yaralı bir serçenin çığrışlarını çok net duyabilirsiniz.
Piaf son zamanlarında morfin de almaya başlamıştı. Artık hızla malum sona doğru koşuyordu. O günlerde bir dergiyle yaptığı kısa röportajında hayranlarına ve tanıyanlarına şunları söyledi:
"Hayatta en önemli şey sevmek ve sevilmektir. Bir erkeğin bir kadına verebileceği en değerli şey sevgidir. Sevin ve sevilin. Ben bunu yaşayamadım ama ne olduğunu çok iyi biliyorum" Bu onun son röportajı ve son sözleri oldu.
Birkaç gün sonra komaya girdi ve iflas eden karaciğeri nedeniyle yaşamdan koptu.Yaşadıklarına bakılacak olursa sanki 150 yaşındaydı ama o sadece 48 yaşında vücudu biraz kirli ama kalbi tertemiz, ölesiye sevgiye hazır genç bir kadındı.Ben onun hüzünlü yaşamının bazı özel ayrıntılarını 18 yaşımdayken, onu yakından tanımış ve beraber olmuş, olgun bir Fransız büyüğümden dinlemiştim. Yaşadıklarından bazı kesitler filmlere, operetlere, şarkılara yansıdı.
Katolik Kilisesi Başpiskoposu yaşadığı renkli hayatı nedeniyle cenaze törenini yapmak istemedi ancak bu tutumu, görülmemiş bir protestoya yol açtı.
Piaf'in cenazesine en fazla 10 bin kişi katılacağı tahmin edilirken o gün bütün Paris'te trafik kilitlendi ve cenazeye en az 100 bin kişi katıldı.
Böyle bir cenaze töreni devlet büyükleri dahil Paris'te ilk kez görülüyordu. Naaşı Paris'in kent içindeki en büyük ve ünlü, yabancı dinlerden hatta bazı Türklerin de sonsuz uykuya yattığı "Pere Lachaise" mezarlığında gömülüdür.
Ben Edith Piaf'a hayatımda "Orospu" diyemedim, onun adını her zaman saygıyla, hüzünle andım. Baştan sonra trajik yaşam öyküsünü öğrendikten sonra sizler de acaba "Orospu" diyebilir misiniz?..Ortalıkta kendi çıkarı için en temel ilkelerini bile çiğneyen her yaştan kadın-erkek yığınla siyasetçiyi, yöneticiyi gördükten sonra gerçek orospular sizce acaba kimlerdir?
Cahit Çataloğlu
15 Ağustos 2025