UĞURCAN ÇAKIR'IN SATILMASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ!...
Uzun zamandır Trabzonspor üzerinden bir analiz yapmadım...
Bunun neenleri var kuşkusuz...
İsterseniz kısaca anlatayım!...
40 yılı aşkın gazetecilik yaşamımda Trabzonspor'u Türkiye'nin en büyük futbol kulübü haline getiren futbolcu, teknik adam, yönetici ve başkan üretme yönteminin yılmaz savunucusu oldum. Bu kulübün Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi kulüpleri taklit ederek başarılı olamayacağını, olsa bile bunun bedelinin çok ağır ödeneceğini dile getirmeye çaba gösterdim.
Bunu çevremdeki insanlarla konuşarak, televizyonlarda program yaptığımda yorumlayarak, ya da gazete veya internet sitelerindeki yazılarımla on binlerce kez dile getirdim.
Trabzonspor tarihi kimliği itibarıyla Türkiye'nin diğer futbol kulüplerinden ayrışmıştı. Bu ayrışma, sayısız şampiyonluklar kazanmasına, örnek olmasına, dünya ölçeğinde de araştırma konusu haline gelmesine sebep olmuştu.
Ne yazık ki 12 Eylül 1980 faşist darbesinin ülkede yarattığı, siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal yozlaşmadan en çok etkilenen kurumların başında Trabzonspor geldi. Dayanışma ruhuyla, imeceyle, yani taraftarın küçük küçük ekonomik katkılarıyla ama üreterek ayakta duran ve zirveyi hiçbir rakibine bırakmayan Trabzonspor, .büyük bir başkalaşım yaşadı. Şehir 1980'den itibaren Bordo-Mavi renkleri özne olmaktan çıkarıp, paraya ve güce boyun eğmesi gereken bir nesne haline gelmesine alkış tuttu. "Birileri parayı verecek, takım şampiyon olacak. Dünya'da ses getirecek" kafasını taşıyanlar, her defasında yanılgı içinde olduklarını gördüler ama aynı deneyi yapıp, farklı sonuçlar bekleyen sözde bilim adamlarının yürüdüğü yolu bir türlü terk edemediler.
Üretme, ürettiğiyle ayakta kalma ve başarma duygusunun yerine, sürekli tüketen, parayla saadet arayan bir anlayışla Trabzonspor'u var eden tüm bileşenlerinin yok olması sevdası aldı.
Ne yazık ki 2020-21 sezonunda tesadüfler eseri ve siyasetin de, "Trabzonspor'un önünü açın" talimatıyla şampiyon olması sonucu sanki tüketim politikası ve aşırı borçlanmayla başarıların her zaman tekrarlanacağı yanılgısıyla toplum maniple edildi. Trabzonspor'un ne misyonu, ne vizyonu kaldı.
Bir dönemlerin ezilenlerinin futbol sahalarındaki temsilcisi ve onların başkaldırıp, statükoyu yerle bir eden Trabzonspor'un posasını bile çıkarıp, elde kala kala siyasetin güdümünde, paralı başkanların emrinde kimliğini ve kişiliğini yitirmiş bir kulüp kaldı.
Parası olduğu ve kulübe de borç verdiği için en son Ertuğrul Doğan isimli futbol özürlü bir isim kulüp başkanlığına getirildi. Bu isim adeta aile şirketi gibi görmeye başladığı Trabzonspor'da yakın arkadaşlarını ya da emrinden çıkmayacak kişileri yönetimine aldı. Kimi yakınlarını kulübün içinde teknik adam veya başka pozisyonlarda çalıştırmaya başladı.
Trabzonspor bir yönetimin dahi yönetemeyeceği ancak toplumsal bir katılımla birlikte kendine yön çizmesi gerekirken, bir tek Ertuğrul Doğan isimli şahsın ego tatmin aracı haline getirildi. Takım yerlerde sürünürken, borç ise tarihi zirvesine ulaştı. Bu borcun bir bölümünün borsadaki küçük yatırımcıların paralarına çökme sonucu sermaye artırımıyla azaltılması medya tarafından taraftarlara, "bir mucize" olarak yutturuldu.
En son yapılan kongreden önce Ertuğrul Doğan kliğinin bu kulübü asla temsil edemeyeceğini ve Trabzonspor futbol aklını özümsemiş, bu kulübü yeniden Türkiye'de örnek gösterilen, dünyada da araştırma konusu haline getirebilecekler başkanı da, yönetimin büyük bölümü de Trabzon'da bulunanlar tarafından yönetilmesi gerektiğini savundum. Bu noktada hem bireysel olarak yöneticilik yapabilecek kişilerle konuştum, hem de görev yaptığım internet sitesinde kalem oynattım.
Ne yazık ki korkak, pısırık bir insan grubuyla karşılaştım. O dönem, "Eğer Trabzon'dan aklı başında bir yönetim modeli ortaya çıkıp, Ertuğrul Doğan'a rakip olmazsa, bir daha bu kulüple ilgili fikir yürütmemin bir anlamı olmaz. Bunu yapmam" dedim. Kimseye söz anlatamadım. İş Divan Başkanlığı ya da Sicil Kurulu Başkanlığı yarışına gelince 3-5 aday yırtık dondan çıkar gibi çıkarken, sıra Trabzonspor başkanlığı ve yöneticiliğine gelince insanların nasıl da pısırık olduğunu görmenin derin hayal kırıklığını yaşadım.
Sonuç olarak benim yazmam, konuşmam, afedersiniz, kıçımı yırtmanın bir anlamı olmadığını yaşayarak gördüm.
Onun için yazmadım, yazmıyorum.
Yazımı Uğurcan'ın satışıyla ilgili bitirirken şunları ifade edebilirim:
Bir kulüp büyükse ve değerleri varsa, şartlar ne olursa olsun, o değerlerini paraya tahvil etmez. Yani en azından kaptanını rakibine satmaz. En azından rakip gördüklerine satmaz! Satarsa da büyük kulüp olmaz.
Bu noktada birçok sol düşünceli arkadaşların bile facedeki yazılarına bakıyorum da, "Futbolcu değerini bulursa satılır" diyebilecek kadar aymazları gördüm, hayal kırıklığı yaşadım.
Yani bu arkadaşlara göre paranın satın alamayacağı hiçbir değer yoktur öyle mi? Tatlı sosyalistleri sizi!!
Son bir söz; Trabzonspor 1980'den sonra onu farklı ve statükoyu yerle bir eden kulüp yapan o kadar çok değerinden vazgeçti ki, Bordo-Mavi renklerinden başka kendisine ait hiçbir şey kalmadı. Bu kulübü öznemiz yapan ne varsa yerle bir edildi! Bizim gibi cılız ses çıkaranların çığlıkları da duyulmadı. Trabzonspor'u var eden tüm özneleri yok edildikten sonra Uğurcan'ı satmasının yadırganacak bir yanı olabilir mi?
Tabii ki hayır!!!
Adnan Sungur