Bir zamanlar KATİL dediği, Suudi Arabistan, Katar, Abu Dubai şerefsizleri ile 15 Temmuz kalkışmasını yaptılar diye suçladığı Mısır Cumhurbaşkanı Sisi Ankara’ya geldi. Yıllarca meydanlarda “Ey katil Sisi, ey darbeci Sisi, ey zalim diktatör Sisi!” diye haykıran, Rabia işaretiyle siyaset yapan iktidarın lideri, bugün tüm bu sözleri sanki kendisi söylememiş gibi davrandı. Sisi, Ankara’ya gelir gelmez saraya bile gitmesine izin verilmeden bizzat havalimanında karşılandı. Uçağın kapısında bekleyen lider, sonra sarayda bir kez daha tören yaptı; onuruna yemek verdi.
Oysa 2012’de AKP Kongresi’nde Mursi onur konuğu yapılmış, Türkiye’nin tüm camilerinde Mursi için gıyabi cenaze namazları kılınmış, Mursi “şehit” ilan edilmişti. Şimdi, Mursi’ye idam cezası veren yargının arkasındaki isim bizzat Sisi iken, bugün aynı Sisi’ye saray kapıları kırmızı halıyla açıldı.
Din iman - yetmeyince vatan millet sakarya palavralarıyla yıllardır uyutulan ülkede benzer çelişkileri defalarca yaşadık. Hatırlayalım: Bir şehir hastanesi açılışında dangalAKPudracı kalabalığa hitap eden Tayyib Erdoğan “Eski sağlık sistemine evet mi diyorsunuz, hayır mı?” diye sormuştu. Kalabalık önce “Evet!” diye bağırınca, hemen “Hayır hayır, yanlış oldu” diyerek soruyu yeniden sordu. Bu kez “Hayır!” diye bağırdılar ve lider, kalabalığın bu kolay yönlendirilebilir hâline gülümseyerek “Olay bu kadar basit !” demişti.
Tayyib Erdoğan Dünya tarihinin EN BÜYÜK REZALETİ “ONE MINUTE” deyip televizyonlarda kahraman ilan edildiğini de gördük. Aynı kişi, Mavi Marmara Gemisi KATLİAMI için “Bana mı sordunuz giderken?” dediğinde yine aynı televizyonlar onu alkışladı. Bir gün “Kılıçdaroğlu başörtüsü sorununu çözerim diyor, inanıyor musunuz?” diye soruyor; kalabalık “Evet!” diye bağırınca, soruyu tersine çevirerek “İnanmıyorsunuz değil mi?” diye soruyor. Bu kez yine aynı dangalAKPudracılar “Evet!” diye bağırıyorlar.
Tayyib Erdoğan Dün “Katil Esed!” diyor, meydanlar “Eyyy!” diye eşlik ediyordu. Bugün “Sayın Esad’la aramızdaki kırgınlığı bitirmek istiyorum” diyor, aynı dangalAKPudracı kalabalık yine alkışlıyor. Rus uçağı düşürülünce korna konvoyları yapıldı; sonra aynı Rusya’dan S-400 alınırken yine sevinç gösterileri düzenlendi. Keza “Ey İslam düşmanı Macron!” diye bağırıldı; ardından “Sevgili Emmanuel” dedi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin prensi için önce “Şerefsiz!” dedi, sonra “Kıymetli prens kardeşim” diye sarıldılar. İstanbulda Kuşbaşı yapılan Cemal Kaşıkçı cinayeti için ilkin “Hesabını soracağız!” dendi, sonra aynı prens sarayda onurla ağırlandı.
AKePe düzeninde Pinokyo benzeri yalanlar bitmezken, Tayyib Erdoğan Avrupa Birliği için bir gün “Hamdolsun AB’ye giriyoruz” diye havai fişekler atılıyor, ertesi gün “Ey Avrupa Birliği! Sen yoluna, biz yolumuza!” deniliyor; yine alkış kıyamet kopuyor.
Peki neden?
Çünkü yıllardır dangalAKPudracılar gerçeğe değil, sloganlara, duygusal tepkilere dayalı bir siyaset anlayışı var. 2011’de Mısır karıştığında televizyonlarda sokak röportajları yapıldı. “Mısır hangi kıtadadır?” diye sorduk; “Güney Afrika’da”, “Hindistan’a yakın”, “Arap Emirlikleri kıtası”, “Amerika’da” diyenler oldu. “Hüsnü Mübarek kimdir?” dediğimizde “Yatır”, “Ergenekon sanığı”, “Suudi Arabistan bakanı”, hatta “Arka Sokaklar’daki Hüsnü Çoban galiba” diyen bile çıktı. Cevaplar hâlâ internette duruyor.
Rabia mitinglerinde ağlayarak mektuplar okuyan, sonunda halkından çaldığı kaçırdığı $ MİLYARLAR ile Tipik diniDAR SAHTEKAR süslüman olduğu ispatlanan Mursi’yi şehit ilan edenlerin büyük kısmı aynı anda Sisi’nin gelişine sevinir hâle geldi. Çünkü Tayyib Erdoğan ne derse, doğru odur. Dün “Katil!” dediği kişiye bugün “Kardeşim!” der; dün “Düşman!” dediğine bugün “Değerli dostum!” der. Kalabalık da aynı heyecanla alkışlar.
Türkiye dış politikasında neden bu kadar keskin ve ani dönüşler yaşıyor? Neden saymakla bitmez diğer ülkelerle olduğu gibi Mısır’la bozuşup bir anda barışıyoruz? Neden Suriye’de değişen politika bir gecede tersine çevriliyor? Neden Libya’da, Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da sürekli yön değiştiriliyor?
Bu sorunun cevabı:
2011’de Washington Post’ta yayınlanan, Davos’taki “one minute” olayının moderatörü David Ignatius’un yazdığı makalede açıkça vardı. İnanması zor ama ABD’nin Beyaz Saray tutanaklarına dayandırdığı o yazıda AÇIKCA “Arap Baharı’nı yönetmek için ABD geri planda kalmayı tercih etti ve bu süreçte kullanmak üzere bölgedeki İslami partiler nezdinde itibarı olan Büyük Ortaddoğu Projesi Eşbaşkanı - Tayyip Erdoğan’ı seçti !” diyordu
Obama’nın ilk yurtdışı ziyaretinin Türkiye’ye yapılma nedeni de buydu. Makalede “ABD istediğinde Türkiye hemen devreye giriyor. Bu yüzden Erdoğan, bir zamanlar Esad’ın en yakın dostuyken bir anda en keskin düşmanı hâline geldi” diye yazarken, kukla Moderatör Ignatius’a göre Tayyib Erdoğan, Müslüman Kardeşler ve benzeri örgütler içinde ABD için “mükemmel bir aracı” maşa idi. Arap ülkelerine etki edebilmek için en uygun figürdü. Obama’nın “Dostum Recep” hitabının arka planında da bu vardı.
Sonuç ne oldu?
2011–2016 arasında tıpkı 'Kitle imha silahları^ŞEREFSİZ yalanlarıyla parçalanan Irak gibi, Ortadoğu domino taşları gibi devrildi: Tunus, Libya, Mısır, Suriye ..... Hepsi bir bir çalkalandı. Kıbrıs harekatında ABD Ambargosuna karşın bize destek olan Kaddafi linç edilerek öldürüldü. Mısır’da darbeler arka arkaya geldi. Suriye iç savaşa sürüklendi.
Biz ise kendimizi dangalAKPudracılar gibi “bölge lideri” sanarken aslında küresel güçlerin yönlendirdiği bir politikanın içinde savruluyorduk. Sisi’nin Ankara’ya gelişi, o makalenin ne kadar doğru çıktığını bir kez daha gösteriyor. Dün darbeci dediğimize bugün sarılmamızın sebebi, işte o dönemin stratejik kırılmalarıdır.
Özetle: Bu ülkede bazı insanlar olup biteni tüm çıplaklığıyla görüp endişeyle izlerken, dangalAKPudracı - her halleriyle ZAVALLI hâlâ sadece “eyy” retoriğiyle yönlendiriliyor. Gerçekler değişmiyor; sadece onlara bakışımız değiştiriliyor ve maalesef Türkiye dış politikasındaki tüm bu keskin dönüşlerin temelinde, yıllardır süren bu içi boş gösteri siyaseti yatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=mw_RmcQxXt4
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi Ankara’ya geldi. Yıllarca meydanlarda “Ey katil Sisi, ey darbeci Sisi, ey zalim diktatör Sisi!” diye haykıran, Rabia işaretiyle siyaset yapan iktidarın lideri, bugün tüm bu sözleri sanki kendisi söylememiş gibi davrandı. Sisi, Ankara’ya gelir gelmez saraya bile gitmesine izin verilmeden bizzat havalimanında karşılandı. Uçağın kapısında bekleyen lider, sonra sarayda bir kez daha tören yaptı; onuruna yemek verdi.
Oysa 2012’de AKP Kongresi’nde Mursi onur konuğu yapılmış, Türkiye’nin tüm camilerinde Mursi için gıyabi cenaze namazları kılınmış, Mursi neredeyse “şehit” ilan edilmişti. Şimdi, Mursi’ye idam cezası veren yargının arkasındaki isim bizzat Sisi iken, bugün aynı Sisi’ye saray kapıları kırmızı halıyla açıldı.
Bu ülkede benzer çelişkileri defalarca yaşadık. Hiç unutmam… Bir şehir hastanesi açılışında kalabalığa hitap eden lider “Eski sağlık sistemine evet mi diyorsunuz, hayır mı?” diye sormuştu. Kalabalık önce “Evet!” diye bağırınca, hemen “Hayır hayır, yanlış oldu” diyerek soruyu yeniden sordu. Bu kez “Hayır!” diye bağırdılar ve lider, kalabalığın bu kolay yönlendirilebilir hâline gülümseyerek “Olay bu kadar basit” demişti. Evet, devlet yönetimi onun gözünde gerçekten bu kadar basit.
“ONE MINUTE” deyip televizyonlarda kahraman ilan edildiğini de gördük. Aynı lider, Mavi Marmara meselesinde “Bana mı sordunuz giderken?” dediğinde yine aynı televizyonlar onu alkışladı. Bir gün “Kılıçdaroğlu başörtüsü sorununu çözerim diyor, inanıyor musunuz?” diye soruyor; kalabalık “Evet!” diye bağırınca, soruyu tersine çevirerek “İnanmıyorsunuz değil mi?” diye soruyor. Bu kez yine “Evet!” diye bağırıyorlar. İşte bu kadar kolay…
Siyasetteki tüm sert çıkışlar bir anda unutuluyor. Dün “Katil Esed!” diyor, meydanlar “Eyyy!” diye eşlik ediyordu. Bugün “Sayın Esad’la aramızdaki kırgınlığı bitirmek istiyorum” diyor, aynı kalabalık yine alkışlıyor. Rus uçağı düşürülünce korna konvoyları yapıldı; sonra aynı Rusya’dan S-400 alınırken yine sevinç gösterileri düzenlendi.
“Ey İslam düşmanı Macron!” diye bağırıldı; ardından “Sevgili Emmanuel” denildi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin prensi için önce “Şerefsiz!” denildi, sonra “Kıymetli prens kardeşim” diye sarıldılar. Cemal Kaşıkçı cinayeti için “Hesabını soracağız!” dendi, sonra aynı prens sarayda onurla ağırlandı.
Avrupa Birliği için bir gün “Hamdolsun AB’ye giriyoruz” diye havai fişekler atılıyor, ertesi gün “Ey Avrupa Birliği! Sen yoluna, biz yolumuza!” deniliyor; yine alkış kıyamet kopuyor.
Peki neden?
Bu kadar kolay nasıl oluyor?
Çünkü yıllardır gerçeğe değil, sloganlara, duygusal tepkilere dayalı bir siyaset anlayışı var. 2011’de Mısır karıştığında televizyonlarda sokak röportajları yaptık. “Mısır hangi kıtadadır?” diye sorduk; “Güney Afrika’da”, “Hindistan’a yakın”, “Arap Emirlikleri kıtası”, “Amerika’da” diyenler oldu. “Hüsnü Mübarek kimdir?” dediğimizde “Yatır”, “Ergenekon sanığı”, “Suudi Arabistan bakanı”, hatta “Arka Sokaklar’daki Hüsnü Çoban galiba” diyen bile çıktı. Cevaplar hâlâ internette duruyor.
Bugün Rabia mitinglerinde ağlayarak mektuplar okuyan, Mursi’yi şehit ilan edenlerin büyük kısmı aynı anda Sisi’nin gelişine sevinir hâle geldi. Çünkü lider ne derse, doğru odur. Dün “Katil!” dediği kişiye bugün “Kardeşim!” der; dün “Düşman!” dediğine bugün “Değerli dostum!” der. Kalabalık da aynı heyecanla alkışlar.
Asıl mesele şu:
Türkiye dış politikasında neden bu kadar keskin ve ani dönüşler yaşıyor?
Neden Mısır’la bozuşup bir anda barışıyoruz?
Neden Suriye’de değişen politika bir gecede tersine çevriliyor?
Neden Libya’da, Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da sürekli yön değiştiriliyor?
Bu sorunun cevabı 2011’de Washington Post’ta yayınlanan, Davos’taki “one minute” olayının moderatörü David Ignatius’un yazdığı makalede açıkça vardı. İnanması zor ama ABD’nin Beyaz Saray tutanaklarına dayandırdığı o yazıda şöyle diyordu:
“Arap Baharı’nı yönetmek için ABD geri planda kalmayı tercih etti ve bu süreçte kullanmak üzere bölgedeki İslami partiler nezdinde itibarı olan Tayyip Erdoğan’ı seçti.”
Obama’nın ilk yurtdışı ziyaretinin Türkiye’ye yapılma nedeni de buydu. Makalede açıkça şunu yazdı:
“ABD istediğinde Türkiye hemen devreye giriyor. Bu yüzden Erdoğan, bir zamanlar Esad’ın en yakın dostuyken bir anda en keskin düşmanı hâline geldi.”
Ignatius’a göre Erdoğan, Müslüman Kardeşler ve benzeri örgütler içinde ABD için “mükemmel bir aracı”ydı. Arap ülkelerine etki edebilmek için en uygun figürdü. Obama’nın “Dostum Recep” hitabının arka planında da bu vardı.
Sonuç ne oldu?
2011–2016 arasında Ortadoğu domino taşları gibi devrildi:
-
Tunus
-
Libya
-
Mısır
-
Suriye
Hepsi bir bir çalkalandı.
Kaddafi linç edilerek öldürüldü.
Mısır’da darbeler arka arkaya geldi.
Suriye iç savaşa sürüklendi.
Biz ise kendimizi “bölge lideri” sanarken aslında küresel güçlerin yönlendirdiği bir politikanın içinde savruluyorduk.
Bugün Sisi’nin Ankara’ya gelişi, o makalenin ne kadar doğru çıktığını bir kez daha gösteriyor. Dün darbeci dediğimize bugün sarılmamızın sebebi, işte o dönemin stratejik kırılmalarıdır.
Tüm bu tabloyu anlatmamın nedeni şu:
Bu ülkede bazı insanlar olup biteni tüm çıplaklığıyla görüp endişeyle izlerken, bazıları hâlâ sadece “eyy” retoriğiyle yönlendiriliyor.
Gerçekler değişmiyor; sadece onlara bakışımız değiştiriliyor.
Ve maalesef Türkiye dış politikasındaki tüm bu keskin dönüşlerin temelinde, yıllardır süren bu içi boş gösteri siyaseti yatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=mw_RmcQxXt4
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi Ankara’ya geldi. Yıllarca meydanlarda “Ey katil Sisi, ey darbeci Sisi, ey zalim diktatör Sisi!” diye haykıran, Rabia işaretiyle siyaset yapan iktidarın lideri, bugün tüm bu sözleri sanki kendisi söylememiş gibi davrandı. Sisi, Ankara’ya gelir gelmez saraya bile gitmesine izin verilmeden bizzat havalimanında karşılandı. Uçağın kapısında bekleyen lider, sonra sarayda bir kez daha tören yaptı; onuruna yemek verdi.
Oysa 2012’de AKP Kongresi’nde Mursi onur konuğu yapılmış, Türkiye’nin tüm camilerinde Mursi için gıyabi cenaze namazları kılınmış, Mursi neredeyse “şehit” ilan edilmişti. Şimdi, Mursi’ye idam cezası veren yargının arkasındaki isim bizzat Sisi iken, bugün aynı Sisi’ye saray kapıları kırmızı halıyla açıldı.
Bu ülkede benzer çelişkileri defalarca yaşadık. Hiç unutmam… Bir şehir hastanesi açılışında kalabalığa hitap eden lider “Eski sağlık sistemine evet mi diyorsunuz, hayır mı?” diye sormuştu. Kalabalık önce “Evet!” diye bağırınca, hemen “Hayır hayır, yanlış oldu” diyerek soruyu yeniden sordu. Bu kez “Hayır!” diye bağırdılar ve lider, kalabalığın bu kolay yönlendirilebilir hâline gülümseyerek “Olay bu kadar basit” demişti. Evet, devlet yönetimi onun gözünde gerçekten bu kadar basit.
“ONE MINUTE” deyip televizyonlarda kahraman ilan edildiğini de gördük. Aynı lider, Mavi Marmara meselesinde “Bana mı sordunuz giderken?” dediğinde yine aynı televizyonlar onu alkışladı. Bir gün “Kılıçdaroğlu başörtüsü sorununu çözerim diyor, inanıyor musunuz?” diye soruyor; kalabalık “Evet!” diye bağırınca, soruyu tersine çevirerek “İnanmıyorsunuz değil mi?” diye soruyor. Bu kez yine “Evet!” diye bağırıyorlar. İşte bu kadar kolay…
Siyasetteki tüm sert çıkışlar bir anda unutuluyor. Dün “Katil Esed!” diyor, meydanlar “Eyyy!” diye eşlik ediyordu. Bugün “Sayın Esad’la aramızdaki kırgınlığı bitirmek istiyorum” diyor, aynı kalabalık yine alkışlıyor. Rus uçağı düşürülünce korna konvoyları yapıldı; sonra aynı Rusya’dan S-400 alınırken yine sevinç gösterileri düzenlendi.
“Ey İslam düşmanı Macron!” diye bağırıldı; ardından “Sevgili Emmanuel” denildi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin prensi için önce “Şerefsiz!” denildi, sonra “Kıymetli prens kardeşim” diye sarıldılar. Cemal Kaşıkçı cinayeti için “Hesabını soracağız!” dendi, sonra aynı prens sarayda onurla ağırlandı.
Avrupa Birliği için bir gün “Hamdolsun AB’ye giriyoruz” diye havai fişekler atılıyor, ertesi gün “Ey Avrupa Birliği! Sen yoluna, biz yolumuza!” deniliyor; yine alkış kıyamet kopuyor.
Peki neden?
Bu kadar kolay nasıl oluyor?
Çünkü yıllardır gerçeğe değil, sloganlara, duygusal tepkilere dayalı bir siyaset anlayışı var. 2011’de Mısır karıştığında televizyonlarda sokak röportajları yaptık. “Mısır hangi kıtadadır?” diye sorduk; “Güney Afrika’da”, “Hindistan’a yakın”, “Arap Emirlikleri kıtası”, “Amerika’da” diyenler oldu. “Hüsnü Mübarek kimdir?” dediğimizde “Yatır”, “Ergenekon sanığı”, “Suudi Arabistan bakanı”, hatta “Arka Sokaklar’daki Hüsnü Çoban galiba” diyen bile çıktı. Cevaplar hâlâ internette duruyor.
Bugün Rabia mitinglerinde ağlayarak mektuplar okuyan, Mursi’yi şehit ilan edenlerin büyük kısmı aynı anda Sisi’nin gelişine sevinir hâle geldi. Çünkü lider ne derse, doğru odur. Dün “Katil!” dediği kişiye bugün “Kardeşim!” der; dün “Düşman!” dediğine bugün “Değerli dostum!” der. Kalabalık da aynı heyecanla alkışlar.
Asıl mesele şu:
Türkiye dış politikasında neden bu kadar keskin ve ani dönüşler yaşıyor?
Neden Mısır’la bozuşup bir anda barışıyoruz?
Neden Suriye’de değişen politika bir gecede tersine çevriliyor?
Neden Libya’da, Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da sürekli yön değiştiriliyor?
Bu sorunun cevabı 2011’de Washington Post’ta yayınlanan, Davos’taki “one minute” olayının moderatörü David Ignatius’un yazdığı makalede açıkça vardı. İnanması zor ama ABD’nin Beyaz Saray tutanaklarına dayandırdığı o yazıda şöyle diyordu:
“Arap Baharı’nı yönetmek için ABD geri planda kalmayı tercih etti ve bu süreçte kullanmak üzere bölgedeki İslami partiler nezdinde itibarı olan Tayyip Erdoğan’ı seçti.”
Obama’nın ilk yurtdışı ziyaretinin Türkiye’ye yapılma nedeni de buydu. Makalede açıkça şunu yazdı:
“ABD istediğinde Türkiye hemen devreye giriyor. Bu yüzden Erdoğan, bir zamanlar Esad’ın en yakın dostuyken bir anda en keskin düşmanı hâline geldi.”
Ignatius’a göre Erdoğan, Müslüman Kardeşler ve benzeri örgütler içinde ABD için “mükemmel bir aracı”ydı. Arap ülkelerine etki edebilmek için en uygun figürdü. Obama’nın “Dostum Recep” hitabının arka planında da bu vardı.
Sonuç ne oldu?
2011–2016 arasında Ortadoğu domino taşları gibi devrildi:
-
Tunus
-
Libya
-
Mısır
-
Suriye
Hepsi bir bir çalkalandı.
Kaddafi linç edilerek öldürüldü.
Mısır’da darbeler arka arkaya geldi.
Suriye iç savaşa sürüklendi.
Biz ise kendimizi “bölge lideri” sanarken aslında küresel güçlerin yönlendirdiği bir politikanın içinde savruluyorduk.
Bugün Sisi’nin Ankara’ya gelişi, o makalenin ne kadar doğru çıktığını bir kez daha gösteriyor. Dün darbeci dediğimize bugün sarılmamızın sebebi, işte o dönemin stratejik kırılmalarıdır.
Tüm bu tabloyu anlatmamın nedeni şu:
Bu ülkede bazı insanlar olup biteni tüm çıplaklığıyla görüp endişeyle izlerken, bazıları hâlâ sadece “eyy” retoriğiyle yönlendiriliyor.
Gerçekler değişmiyor; sadece onlara bakışımız değiştiriliyor.
Ve maalesef Türkiye dış politikasındaki tüm bu keskin dönüşlerin temelinde, yıllardır süren bu içi boş gösteri siyaseti yatıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=mw_RmcQxXt4


