10 Nisan 2025, Perşembe
KARLI BİR NİSAN GÜNÜNDE KUMRULAR PENCEREMİN ÖNÜNDE YUVA YAPARKEN
İkinci ders bitince biraz teneffüs yapayım diye bahçeye çıkayım dedim. Kapıyı açar açmaz bir güvercin ve bir kumru geldi hemen kapının önüne. Benim kapıyı açmamı bekliyorlarmış. Onları görünce, pencerenin kenarına bıraktığım yemden atıyorum onlara. Kapı açılır açılmaz yem geleceğini zannediyorlar artık. Alıştılar. Onları yanıltmamak için ben de onların yemlerini eksik etmiyorum. Alışmışlar.
Kumrunun ağzında bir baktım, bir ince dal. Bu yuva yapıyor olmalı, dedim. Bu dalı yuvasına götürüyor olmalı. Penceremin üst tarafına baktım… Çoktan yarılamış bile yuvasını. Bir sevindim, bir sevindim, tarif edemem. Erik ağacının hemen penceremin üst tarafındaki dalına kuruyorlar yuvalarını.
Bu kuşlar, bu ürkek, zarif, sükûnet sembolü kuşlar, bu kumrular, acaba gerçekten akıllıca bir iş mi yapıyorlar diye içimden geçirdim. Pencerenin hemen üst tarafına yuva mı kurulur? Benim gürültümden, iki de bir kapıyı, pencereyi açışımdan, feryatlı şarkılar dinleyişimden, dünya siyasetinin haydutlarının haberlerini seyredişimden, bağıra bağıra ders anlatışımdan rahatsız olmayacaklar mı?
Bu sükûnet sembolü kuşlar, bu gürültülü hocanın penceresinin önündeki erik ağacının odaya üstten bakan dallarına yuva kuruyorlar. Bunları düşünürken baktım, dışarı çıkıp baktım, yuvayla aramdan bir buçuk metre kadar bir mesafe var. Benden hiç çekinmiyorlar, ürkmüyorlar. Hiç takmıyorlar bile beni. Kumrular bile benden ürkmüyor ha… Telaşa mı düşsem, sevinsem mi? Çok şükür, çok şükür… Bu ürkek hayvancağızlar bile benden korkmuyor, çekinmiyor. Daha ne olsun? Ya beni görüp de gazabından Allah’a sığındıkları biri olsaydım? Bu güzel bir işaret belki, diye düşündüm. Mutlu oldum. Kötü birisi, tehlikeli birisi olduğumu zannetmiyorlardır. Kumrular beni iyi biliyor, öyle zannediyorlar. Bu, nadir bir nimet olsa gerek.
*
Öğleyin kapıyı açıp tekrar başımı çıkarıp yukarı baktım. Kumrunun biri yuvada bekliyor. İki dalın birleştiği çatalın arasına çalı çırpı diziyor, yerleştiriyor. Bir mimar, bir inşaat işçisi. Diğer kumruya baktım, bahçede gagasında bir ince dal, yukarıya havalanacaktı. Biraz yem atayım dedim. Bunlar şimdi yuva kurma telaşında. Acıkmışlardır, yorulmuşlardır. Bir iki avuç yem saçtım bahçeye. Yemi görünce gagasındaki çöpü attı. Güvercinler gelmeden yemeye başladı.
Ne ürkek, zarif hayvanlar bu kumrular… Başlarını nasıl da çeviriyorlar usul ve sessizce. Renkleri de toprağa ne kadar uyumlu. Güvercinlerin neredeyse kopkoyu girişinin yanında bunlar bej renginde. Neredeyse toprakta görünmüyorlar, hareket etmedikçe.
Yuvaya bakınca, korunaklı, güvenli ve sağlam bir yer olması lazım, dedim. Kedilerden, diğer kuşlardan uzak, gözlerden uzak, ellerden uzak bir yer olması lazım. Balkonun yanında hemen. Yazın rüzgârlardan, yağmurlardan etkilenmemesi lazım. Demek ki bütün bunları düşündükleri yer, benim penceremin hemen üstündeki dalların arası.
Ders anlatıyorum bugün, gün boyu. Normalde dört saat dersim var ama ertelenmiş dersler de bugün. Dört saat de onlar. Gün boyu pencere önündeki masamdayım. Sadece masada oturup ders anlatıyorum ve ders anlatırken kumruları ve güvercinleri seyrediyorum. Ders arasında bahçeye çıkıp nefesleniyorum.
Bugün 10 Nisan. Öğle vakti ve şimdi kar yağıyor. Hava adamakıllı soğuk ve kumrular bu havada yuva yapıyor. Kar yağarken yuva yapılır mı? Acaba eski yuvalarına ne oldu ki buraya yuva yapıyorlar bu karlı günde? Kar yağınca yuva yapılır mı? Kar yağınca yuvaya, kuytuya çekilip uyunulur.
Bu zavallıcıklar kar demeden, soğuk demeden yuva yapıyorlar. Kaç kere uçtu gitti, gagasında çalı çırpıyla geldi. Saatler sürdü. Ben bu yuva yapma anına şahit olma bahtiyarlığı yaşamış oldum. Ama böyle bir günde telaşla yuva yapmalarına üzülmedim de değil doğrusu.
KUMRULU YAZ
Kumruların burnumun dibine yuva yapması ne demek, diye düşündüm. Belki önümüzdeki yaz, benim için şenlikli bir yaz olacak, diye geçirdim içimden. Kumrulu yaz. Kumrular, bu yuvaya yumurtlayacaklar. Yumurtalardan yavrucuklar çıkacak, onların sesleri, inlemeleri, huhuları, gün gün büyümeleri, sonra irileşip kanatlanmaları…
Belki ara sıra bahçeye düştükleri olacak... Ben onları alıp kurda kuşa yem etmeden geri yuvalarına bırakacağım. Yem vereceğim. Sinek, böcek de yiyorlarmış. Belki bahçemi böceklerden koruyacaklar. Ben onlara böcek bulamazlarsa minik et parçaları yedireceğim… Böyle saadetli, kumrulu bir yaz… Bu kumruların yuva yapmasından, yavru yapmasına, yavruların yuvadan uçup kanat çırpmasına, huhulu zikir demlerine şahit olacağım.
Benim için bir ilahi teselli musikisi gibi, kumru sesleriyle huhulu bir yaz olacak belki de.
Ama kar yağıyor şimdi. Eriklerdeki son çiçekler gibi dökülüyor karlar. Benden ürkmesinler diye güneşliğin yuvaya bakan üst kısmını indiriyorum. Yuva yapmak… Bu kutlu işi, benden çekinmeden, korkmadan, ürkmeden, zevkle, şevkle yapsınlar istiyorum. Yuva yapılırken telaşa girmesinler. Bu, mukaddes bir zaman dilimi. En mutlu şekilde geçirsinler bu anlarını.
Onlar yuvalarını yapadursun… Bir günde neredeyse yuvaları bitti gibi. Ben düşünüyorum.
EV YAPMAK
Modern dünyada insanın en büyük ve temel ihtiyaçlarından biri ev, barınma, kalacak bir yer. En temel ihtiyacın giderilmesi, çoğu insan için hayal veya bir ömür sürüyor. Ne vahşice bir şey bu medeni dünyada… Birkaç yıl çalışmakla bir ev sahibi olunsa ne güzel olurdu.
İnsanlar ta emekli olana kadar hep gagalarında çalı çırpı mı taşıyacaklar? Keşke herkesin 20’li yaşlardan itibaren evi barkı olsa. Çalışmak, yaşamak temel ihtiyaçlardan ziyade daha farklı ihtiyaçlar için olsa. Hayatın insan için daha derin manaları ve istekleri olduğuna dair çalışmalar yapsalar.
Hep bir çalı çırpı toplamakla geçiyor modern insanın ömrü. Çöp olacak şeyler sonunda. Maalesef. Bu hayatın sırrını keşfetmek… Bu işi kumrular bile bizden iyi beceriyorken, bu kadar bilim, sistem, medeniyet, zart zurt… İnsanı en temel ihtiyacının kölesi olmaktan kurtaramıyor.
İŞ BİRLİĞİ
Kumrular iş birliği içinde ne güzel çalıştılar. Tek başına yapmaları zor olurdu bu işi. Belki aşk olmasa yuva yapma gerekleri de olmayacaktı. Böyle zor işler için büyük bir motive lazım, dostluk lazım, uyum lazım, beraber iş yapma becerisi, azmi lazım.
İş birliğiyle zorluklar nasıl da kolaylaşıyor. İki kumru bir günde yuva yapıyor.
Ne uyumlu, ne güzel çalışıyorlar. Biri çalı çırpı taşıyor. Belki 50 kere uçtu gitti, gagasında dallarla geldi. Bazen dalları bırakırken dallar yere düşüyordu. Gagadan gagaya verilen dallar… Bir sevgi sarhoşluğu içinde. Birinin gagasından dalı, diğeri gagasıyla alıyor. Ne güzel, ne hoş bir manzara…
Bir yuvayı beraber yapmak, şevkle kanatlanmak, aşkla dallar, gayretle o dalları yuvaya taşımak, yorulma, dur durak bilmeden, sevkle o dalları diğer kumrunun gagasına bırakmak, sevgiyle o dalları yerlerine yerleştirmek, dizmek… Bir yuvayı beraber kurmak…
Belki de hayaller kuruyorlardır kumrular da. Bir yuvamız olsun, çalı çırpından… Beraberce kurduğumuz bir yuvamız, sonra yumurtalar, yumurtadan mini mini yavrular, yavruların ılık nefesi, ince ince sesleri… Bizler bu sıcacık yuvada büyük bir iş tutmuş, başarıya ulaşmışların bahtiyarlığı içinde…
Hayat ne güzel, hayat ne tatlı…
*
Kumruların söylediklerini anlamak isterdim doğrusu. Acaba ne diyorlar, ne söylüyorlar içten, derinden bu ötüşleriyle? Bu ahenkli nağmeler, düet yapar gibi, bu sevgililer şevkle, içten bir kutlu şarkı söylüyorlar gibi… Bu tabiat korosunda ne ilginç bir ses onlarınki. Keşke bu sesi anlayabilseydim Süleyman Aleyhisselâm gibi.
*
Bir ara ikisi de gözden kayboldular. Belki de biraz soluk alalım, dinlenelim demişlerdir. Hiç olmazsa bu kutlu işlerine ben de yardımcı olayım diye, karınlarını doyurmak için yorulmasınlar diye, onlara bol yesinler diye ara ara yem attım bahçeye.
Ey kumrular, hoş geldiniz… Geldiğiniz yerlere zarafet, incelik, huzur getirirmişsiniz. Umarım benim gürültümden rahatsız olmazsınız.
Gece, uzun uzun araştırmalar yaptım kumrulara dair. Kaç yıl yaşarlar, ne yer ne içerler, edebiyatta neyi sembolize ederler, kimler kumrular hakkında şiirler yazmış, hikâyeler anlatmış…
Sadakatin sembolü imişler. Aşkın. Çifte kumrular gibi. Baharı bekleyen kumrular gibi. Kumruları dinledim, susuverdiler. Sonra Yusufçuk adlı kuşu hep merak ederdim. Kumrunun kendisiymiş. Necip Fazıl’ın “Bahçemde Yusufçuk adlı kuş / Öter Necipçik, Necipçik” diyordu.
Divan edebiyatında beğenilen sesi, zarafeti, sevimliliği ve yakıcı feryadıyla âşığın akranı. Şimdiden kumrular hayatıma kuruldu. İnce ruhluluğun, derin aşkların, naifliğin, sadakatin sembolü olmuş divan şiirinde.
Tek eşli olurlarmış ve eşi öldükten sonra bile başka bir eş aramazmış kumru kendine. Sadık bir âşık. Yakıcı bir ses. Sevdiğinden ayrılığa dayanamayan bir varlık olarak bahsedilmiş şiirlerde.
Şairler onu “kuu-ruu” diye ötüşünü, ayrılıktan yanan bir âşığın içli iniltilerine benzetmişler. Kumru, bazen de tevekkül ve sükûnetin simgesi olmuş. Tasavvuf edebiyatında dervişane bir tevekkülü temsil ediyormuş.
Her sabah o iç yakıcı sesiyle, dünya kadar derdine rağmen telaşsız ötmesi, âşıkların sabırlı hâline benzetilmiş. Kumru bir kuş değil, aşkla yanmış bir yüreğin, sadakatin, vefanın sesi, ağlayarak aşkı anlatan bir derviş olarak görülmüş.
İkili ötüşüyle meşhurmuş kumru. Bu ötüş, hem aşkın sesi hem de ayrılığın iniltisi olarak duyulurmuş. Birçok daha ilginç hikâye…
Gece ilerledi. Ben hâlâ kumrular hakkında okumaları bitiremedim. Kalabalık bir dosya, kitap indirdim kumrulara, kuşlara dair.
Kumrular sadece penceremin önüne yuva yapmadılar, zihnimin içine de kuruldular. Bu kitapları okumak birkaç hafta sürer.
Ey kumrular, ey zarif, naif, aşkın, sadakatin kuşları, hoş geldiniz…
İnşallah inanışlarda olduğu gibi huzur, bereket, saadet gelir, sekine iner geldiğiniz yere.