Mersin escort Bodrum escort Bursa escort

Tuzla russian escort Alanya russian escort Kayseri russian escort Antalya russian escort Diyarbakır russian escort Anadolu yakası russian escort Adana russian escort Ataşehir russian escort Şirinevler russian escort Beylikdüzü russian escort Halkalı russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Samsun russian escort Avcılar russian escort Pendik russian escort Beylikdüzü russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Mersin russian escort Avrupa yakası russian escort Kocaeli russian escort Bodrum russian escort Bakırköy russian escort Kadıköy russian escort İzmir russian escort bayan Beşiktaş russian escort Eskişehir russian escort Bursa russian escort Şişli russian escort Şişli russian escort russian escort İzmir Gaziantep russian escort Ankara russian escort Denizli russian escort Samsun escort kızlar Malatya russian escort İzmir russian escorts Samsun russian escort

Guymak
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Mehmet Boduroğlu
Köşe Yazarı
Mehmet Boduroğlu
 

Aklıma gelenler

          Hafta sonu 3-5 yılda bir buluştuğumuz boyları benden biraz bodur ! Ömer Faruk-i Demirkır hazretleri ve hayatında hiç seyahat etmemiş ! Kemal Can Ulusoy - atsan atamaz – satsan satamaz denecek türden ! alışkanlık yapan 2 eski arkadaşla, 30 Ağustos Kutsal zaferi haftasında Çanakkale’ye gittik. Aklıma geldikçe kendimle söyleşilerde bugün John Barleycorn ruhunu taşıyan; açtığım barda, yıllara yayılan karşılaşmalarla dokunan “whisky kilimi” öyküsünü anlatacağım. Arpanın Kalbi Zekeriyaköy’ün yumuşak yamaçlarına akşam inerken, dostum Nevzat barının kapısına tebeşirle tek bir cümle yazdı “Her yudum, toprağa verilen bir teşekkürdür” Emekli bir reklamcı olarak sloganı kısa tuttum ama içerdiği dünya uzundu. İçeride duvara asılı, bir usta dokumacının elinden çıkma boş bir kilim vardı; patiska gibi düz, kenar püskülleri düğümsüz. Adını “Whisky Kilimi” koyduk. “Her hikâyeye bir ilmek, her ilmeğe bir kadeh,” dedi Nevzat. Ben masaya ilk şişeyi bıraktım; arpanın kokusunu, fırından yeni çıkmış ekmekle karışan hafif dumanı hissettik. Bu kilim, John Barleycorn’un dirilip yeniden aramıza karıştığı bir sahne olacaktı. John Barleycorn’un Fısıltısı Nevzat, eski bir storyboard defterini getirdi. İlk sayfaya arpa başağı çizip altına yazdı: “Öldürüldü, dövüldü, ezildi, yine dirildi.” John Barleycorn’un baladından aldığı bu iskelet, bara gelen herkesin kişisel mevsimlerini anlatacaktı. Arpa, tarlada uzanırken rüzgârı dinler; biçilirken acıyı, mayalanırken sabrı, fıçıda beklerken zamanı öğrenir. “Burada,” dedi Nevzat, “acıyı saklamayacağız; onu meşe kokusu gibi içimize katacağız.” Kilimin üst kenarına ilk ilmeği atan ben oldum: ince, altın renkli bir çizgi. “Bu senin başlangıcın,” dedi; “devamını müşteriler getirecek.” Sema: Kuzey Rüzgârında Bir Pilot İlk ayların en sadık konuğu Sema’ydı; bir hava yolu pilotu. Kilyos’tan esen poyrazı anlatır gibi konuşurdu: sakin, ama boyuna. “Uçarken haritalar çoğalır, inerken yüzler,” derdi. Speyside’dan meyvemsi bir kadeh seçti her zaman. “İniş öncesi checklist gibi,” diye güldü, “her notanın yerine oturması gerekir.” Kilime kırmızıya çalan bir iplik işledi; “Bu gökyüzü çizgim,” dedi. Uçuşlarına arpa taneleri gibi saygı duyar, dönüşteki ürpertiyi viskiyle yatıştırırdı. Bir gün ekledi: “Her iniş, kısa bir ölümden dirilmek.” John Barleycorn içeriden başını salladı sanki; Sema’nın ipliği kilimin üstünde bir rota oldu. Artin Usta: Sessiz Atölyeden Bir akşamüstü, Tünel taraflarından “Artin Usta” geldi; keman yapardı. Avuçları reçine, gözleri meşe rengiydi. “Ses, bekleyen ağaçta olgunlaşır,” dedi. Tennesse’den pürüzsüz bir kadehle başladı; sonra Islay’ın dumanına geçti. “Tınıya biraz kurum gerekir,” diye fısıldadı. Kilime koyu kahverengi bir damar attı; sap lacivert, gövde kestane. “Göğe bağlanan tel,” dedi, “kadehle akort olur.” O günden sonra, barın kapısı her açıldığında kilimden ince bir nota yükselir oldu; rüzgârın eline verilip ormana karışan. Leyla: Dengbêj Torunu Leyla, Diyarbakır’dan gelen bir sesin taşıyıcısıydı; ninenin söyledikleri dilde yankılanırdı. Üç kez damıtılmış bir yumuşaklık arardı; İrlanda’dan seçti kadehini. “Sözün kemiksizliği bu,” dedi; “dile dolanır, kalbe oturur.” Kilime nar çiçeği tonunda bir motif ekledi: yarım ay, yarım söz, tamamı his. “Acı türkülerin dibi, tatlı bir vedadır,” diye mırıldandı. John Barleycorn, Leyla’nın dizlerine usulca başını koydu; arpayı dövenlerin hoyratlığını, sözle şifaya dönüştürdü. Yannis: Ada’dan Taşınan Tuz Yannis, Burgazada’dan gelirdi; meze ustası, hikâye taşıyıcısı. “İyot kokusunu saklayan fıçı yoktur,” dedi, “ama insan saklar.” Islay’ın yosunlu dumanını sevdi. Kadehi dudaklarına götürünce gözleri kısıldı: “Çocukken, kıyıda çakıl taşlarıyla konuşurdum.” Kilime deniz mavisi bir ajur işledi; ufka doğru incelen bir şerit. “Tuzla duman, ayrılmaz kardeş,” dedi. O gece bar deniz oldu; kilim dalga, rüzgâr çatal çatal melodilere bölündü. Cemal: Karadeniz’de Bir Çark TRabzonlu motorcu Cemal, hamsi mevsimi gibi gelip geçti; hızlı ama ritimli. Bourbon seçerdi: mısırın tatlılığı ona çocukluğunu hatırlatırdı. “Sahilde soba tütüsü, fırından mısır ekmeği” dedi “işte bu.” Kilime sarı altın bir spiral çizdi; “Bu dönerken içimi ısıtıyor.” Bir akşam dedi ki “Deniz döner, rüzgâr döner, ben de dönerim; ama döndüğüm yer hep aynı: tuz, duman, tatlı bir yanık.” John Barleycorn, Karadeniz dalgası gibi onun omzuna çarpıp geri çekildi. Aybike: Şehir Plancısı, Sessiz Harita Aybike, şehir planlar; yolları, suyu, gölgeyi hesap ederdi. Japon viskisinin dengini aradı; “Hata payı düşük, sakin bir çizgi,” dedi. Kilime pastel bir grid attı; karelerde köprüler, yeşil alanlar, boşlukların şiiri. “Boşluk,” dedi, “en kıymetli malzemedir.” Nevzat başını salladı: “İyi bir kampanya, nefes kaçırır yer bırakır.” O geceden sonra, kilimin ortasında bir meditatif meydan oluştu; kadehler orada buluştu. Miraç: Çini Ustası Kütahya’dan Miraç geldi; elleri sır gibi parlaktı. “Ateşle konuşmayı tezgahta öğrendik,” dedi. Meşe fıçısının karamelini seven bir seçim yaptı: Highlands. Kilime turkuaz bir kıvrım; “Bu, çatlamayan sabır çizgisi.” Nevzat gülümsedi: “Brief gerçekse, çatlak ışıktır.” John Barleycorn, fırın ağzında bekleyen bir motif gibi, sobanın içinden göz kırptı. Oleg: Dalgıç, Derin Sükût Karadeniz’in soğuğuna dalıp çıkan Oleg, pek konuşmazdı. İki kadeh arasında uzun bir sessizlik, sonra bir cümle: “Aşağıda, ses daha ağır.” Islay’ın kurumu ona yoldaş oldu. Kilime kurşuni bir dalga attı; üstünde tek bir balık gölgesi. “Derinlik, başıboşluğu sever.” John Barleycorn bu kez ağırdan yüzdü; dipte beklerken üstte zaman esnedi. Mahallenin Gündüzü Sevim, barın öğle ışığıydı; akşamüstü kahkahası. İçmez, ama kokuları severdi: “Vanilya? Kuru incir? Hafif duman?” Kilime krem rengi bir bordür ördü; “Burası ev gibi kalsın.” Nevzat ona teşekkür etti: “Her markanın bir ‘ev rengi’ olmalı.” Sevim’in bordürü, kilimi tutan merhamet oldu; abartı taşan yerleri geri çağırdı. Dumanlı Cuma: İki Gitar, Bir Fıçı Bir Cuma, Artin Usta yanına genç bir gitarist getirdi. Sema geçiyordu; Leyla da uğradı. İki gitar, bir dengbêj ezgisi ve göklerden bir rota. Kadehler, fıçıdan çekilen küçük bir partiyle paylaşıldı. Kilime çok sesli bir motif işlendi: üçlü damıtma gibi üç katman, üç nefes. O gece, John Barleycorn kilimin içinden kalkıp bar tezgâhına oturdu sanki; kadehler onun adına kalktı, adına indi. Nevzat’ın Manifestosu Nevzat, tebeşirle yeni bir cümle yazdı “İyi bir içki, aceleye gelmez; iyi bir cümle de” Reklamcılıktan kalan sabrını paylaştı “Müşterinin görmek istediğiyle duyması gereken arasında bir köprü kurarsın; işte o köprünün ipleri meşedir” Kilime koyu yeşil bir köprü motifi düştü; iki yakası orman, ortası ılık rüzgâr “Zekeriyaköy de böyledir - şehirle orman arasında” dedi, Kış Mevsimi: Lodos ve Lâmba Kış gelip lodos kapıya vurunca bar sarı ışığa sığındı. Pencerelerde buğu; kilimde yeni iplikler. Yannis tuz getirdi; Sevim çay; Artin sessizlik. Kadehler, içleri kadar dışarıyı da ısıttı. “Kış” dedi Aybike, “kentin yalnızlıklarını ortaya çıkarır.” John Barleycorn, karanlıkta parlayan bir göz gibi kilimin derinliklerine yerleşti; orada, sabrı büyüttü. Aynur: Psikoterapist, İnce Sorular Aynur geldi; danışanlarının sırlarını değil, yüklerini taşıyan biri. Yumuşak içimle başladı, sonra Islay’a cesaret etti “Acının adını koyunca kokusu değişir” dedi. Kilime açık gri bir yol çizdi; kenarında küçük duraklar “İnsan, aynı yarayı farklı cümlelerle tekrar tekrar sarar” O gece, barın uğultusu bir seansın suskun onayına dönüştü; kadehler hafifledi. Yaz Şenliği: Kırlangıçlar ve Kül Yaz akşamları uzadı. Kırlangıçlar barın ışıklarına alçaldı, nefesler inceldi. Cemal mısır közledi dışarıda; Yannis, iki zeytin tabağıyla döndü. Kadehler, yazın tütsüsünü üstlendi: vanilya, şeftali, kömür. Kilime altın sarısı bir güneş işlendi; ortasında ince bir is halkası. “Her yaz, biraz yanar, Nevzat; İyi ki su var, iyi ki arpa” dedi Bir Veda, Bir Şişe Sema uzak hatlara geçti; bir süre gelmeyecekti. Ayrılık akşamında, Nevzat barın en üst rafından yıllanmış bir şişe indirdi. “Bu, dönüş biletindir,” dedi. Kilime ince bir kuyruklu yıldız düştü; başlangıcı parlak, kuyruğu koyu. “Giden,” dedi Leyla, “dönmek için gider.” John Barleycorn, pist ışıklarına benzer bir çizgiyi kilimin kenarına bıraktı. Yağmur Günü: John’un Gülüşü Bir öğleden sonra yağmur. İçeride kahverengi bir dinginlik. Aynur hafifçe mırıldanıyor; Artin, lambanın altında bir eşik tınısı arıyor. Nevzat, duvardaki kilime bakıp güldü: “Bak,” dedi, “artık kendi kendine uzuyor.” Kilimin kenarından altın bir filiz çıkmış; sanki iplik değil, arpa sürgünü. “John Barleycorn,” dedi Nevzat, “bize göz kırpıyor.” Yağmur durdu; kilim, dünya kadar ıslandı ve kurudu. Yeni Yüzler, Eski Kokular Bar, artık mahallenin nabzıydı. İçeri giren herkes, adını söylemeden önce bir koku bıraktı: taze defter, eski kitap, yağlı boya, teneke soba, kolanya. Kadehler bu kokulara eşlik etti: incir, karamel, ipek gibi bir is. Kilim, bir hatıra haritasına dönüştü; ince yazıyla not düşülmüş: “Burada gülündü.” “Burada susuldu.” “Burada affedildi.” Nevzat’ın Duruşu: Kampanyanın Ortası Nevzat bir gün dedi ki: “Her bar, bir kampanyadır; big idea’sı insan.” Duvardaki tebeşire yeni bir cümle: “Üzüntüyü azaltmıyoruz, adını koyuyoruz.” Kadehler hafifçe tokuştu. Kilime kalın bir başlık işlendi; altında küçük puntolarla günlerin tarihi. “Vaat,” dedi Nevzat, “bazen sadece yan yana oturmaktır.” Sürpriz Dönüş: Kadehte Kanat Sesi Sema döndü. “Gökyüzü değişmedi,” dedi, “ama ben değiştim.” Islay’dan başlamadı; İrlanda’nın yumuşağını istedi. “Önce yeri bulayım.” Kilime, eski rotanın yanına ince bir ikinci çizgi attı; iki çizgi bir yerde kesişti. “Kesişimler,” dedi Aybike, “şehrin en zengin noktalarıdır.” John Barleycorn, iki çizginin buluştuğu yere küçük bir başak koydu. Bir Kavga, Bir Barış O akşam, yanlış anlaşılmadan küçük bir tartışma çıktı. Sesler kabardı; kadehler dudağa gitmedi. Sevim çay getirdi, Aynur bir cümle kurdu: “Öfke, yerini bulmayınca kırar.” Nevzat tezgâhın altından bir şişe çıkardı; “Bu bar, kırıkları bantlamaz, birbirine tutturur.” Kadehler usulca kalktı. Kilime, iki ayrı renk ipliğin düğümlendiği küçük bir motif eklendi: barış düğümü. “Güzelleşen yara izi,” dedi Artin. Hasat Zamanı: Arpa Gölgesi Sonbahar geldi; kuzey ormanları koyulaştı. Nevzat, “Hasat günü,” dedi; “John’u selamlayalım.” Masalara küçük başak demetleri bıraktık. Kadehlerde meşe, fırında tarçın, dışarıda ıslak toprak. Kilime bal rengi geniş bir ova işlendi; ucunda bir ambar çizgisi. “Hasat,” dedi Leyla, “yalnızca toplamak değil; paylaşmayı hatırlamaktır.” O gece, masalar arasında ekmek gezdi; arpa kadehle kardeş oldu. Kilimin Sırrı: Çerçevesiz Bir Resim Barın birinci yılı biterken kilime baktık: Artık çerçeveye sığmıyor, kenarlarından yeni filizler veriyordu. “Resim olmak istemiyor,” dedi Aybike; “yaşamak istiyor.” Nevzat gülümsedi: “Kampanya bittiğinde marka tek başına yürüyebiliyorsa, işini yapmışsındır.” Kilim, duvardan bir an için ayrıldı sanki; barın üstünden geçti, masalara gölge, kadehlere ılık ses oldu. John Barleycorn, usulca kapıya dayandı; “Devam,” dedi. Whisky Kilimi Yıllar geçti. Yannis’in mavisi soldu ama tuzu kaldı; Cemal’in spirali dinginleşti; Sema’nın rotaları çoğaldı; Leyla’nın nar çiçeği çoğunu teselli etti. Aynur’un yolları yeni duraklar buldu; Artin’in notası barın en sessiz saatlerinde duyulur oldu. Sevim’in krem bordürü her şeyi hâlâ ev gibi tutuyor. Nevzat, tebeşiri bıraktı: “Her yudum, bir emektir.” Ben kilime yaklaştım; ipliklerin arasında buhar gibi bir gülüş gördüm. John Barleycorn, her ilmekte diriliğini koruyordu. Dışarıda poyraz, içeride meşe. Bu bar, Zekeriyaköy’ün ormanla şehir arasındaki ince yolunda, insanın kendine vardığı bir istasyon olarak kaldı. Ve biz anladık: Bir bardak viski yalnızca damak için değil; birlikte yaşamak için ortak bir dil. Kilim, artık bizim değil; burada yolu kesişen herkesin. **Bitti ve her akşam yeniden başlayacak**      

Aklıma gelenler

 

 

 

 

 

Hafta sonu 3-5 yılda bir buluştuğumuz boyları benden biraz bodur ! Ömer Faruk-i Demirkır hazretleri ve hayatında hiç seyahat etmemiş ! Kemal Can Ulusoy - atsan atamaz – satsan satamaz denecek türden ! alışkanlık yapan 2 eski arkadaşla, 30 Ağustos Kutsal zaferi haftasında Çanakkale’ye gittik. Aklıma geldikçe kendimle söyleşilerde bugün John Barleycorn ruhunu taşıyan; açtığım barda, yıllara yayılan karşılaşmalarla dokunan “whisky kilimi” öyküsünü anlatacağım.

Arpanın Kalbi

Zekeriyaköy’ün yumuşak yamaçlarına akşam inerken, dostum Nevzat barının kapısına tebeşirle tek bir cümle yazdı “Her yudum, toprağa verilen bir teşekkürdür” Emekli bir reklamcı olarak sloganı kısa tuttum ama içerdiği dünya uzundu. İçeride duvara asılı, bir usta dokumacının elinden çıkma boş bir kilim vardı; patiska gibi düz, kenar püskülleri düğümsüz. Adını “Whisky Kilimi” koyduk. “Her hikâyeye bir ilmek, her ilmeğe bir kadeh,” dedi Nevzat. Ben masaya ilk şişeyi bıraktım; arpanın kokusunu, fırından yeni çıkmış ekmekle karışan hafif dumanı hissettik. Bu kilim, John Barleycorn’un dirilip yeniden aramıza karıştığı bir sahne olacaktı.

John Barleycorn’un Fısıltısı

Nevzat, eski bir storyboard defterini getirdi. İlk sayfaya arpa başağı çizip altına yazdı: “Öldürüldü, dövüldü, ezildi, yine dirildi.” John Barleycorn’un baladından aldığı bu iskelet, bara gelen herkesin kişisel mevsimlerini anlatacaktı. Arpa, tarlada uzanırken rüzgârı dinler; biçilirken acıyı, mayalanırken sabrı, fıçıda beklerken zamanı öğrenir. “Burada,” dedi Nevzat, “acıyı saklamayacağız; onu meşe kokusu gibi içimize katacağız.” Kilimin üst kenarına ilk ilmeği atan ben oldum: ince, altın renkli bir çizgi. “Bu senin başlangıcın,” dedi; “devamını müşteriler getirecek.”

Sema: Kuzey Rüzgârında Bir Pilot

İlk ayların en sadık konuğu Sema’ydı; bir hava yolu pilotu. Kilyos’tan esen poyrazı anlatır gibi konuşurdu: sakin, ama boyuna. “Uçarken haritalar çoğalır, inerken yüzler,” derdi. Speyside’dan meyvemsi bir kadeh seçti her zaman. “İniş öncesi checklist gibi,” diye güldü, “her notanın yerine oturması gerekir.” Kilime kırmızıya çalan bir iplik işledi; “Bu gökyüzü çizgim,” dedi. Uçuşlarına arpa taneleri gibi saygı duyar, dönüşteki ürpertiyi viskiyle yatıştırırdı. Bir gün ekledi: “Her iniş, kısa bir ölümden dirilmek.” John Barleycorn içeriden başını salladı sanki; Sema’nın ipliği kilimin üstünde bir rota oldu.

Artin Usta: Sessiz Atölyeden

Bir akşamüstü, Tünel taraflarından “Artin Usta” geldi; keman yapardı. Avuçları reçine, gözleri meşe rengiydi. “Ses, bekleyen ağaçta olgunlaşır,” dedi. Tennesse’den pürüzsüz bir kadehle başladı; sonra Islay’ın dumanına geçti. “Tınıya biraz kurum gerekir,” diye fısıldadı. Kilime koyu kahverengi bir damar attı; sap lacivert, gövde kestane. “Göğe bağlanan tel,” dedi, “kadehle akort olur.” O günden sonra, barın kapısı her açıldığında kilimden ince bir nota yükselir oldu; rüzgârın eline verilip ormana karışan.

Leyla: Dengbêj Torunu

Leyla, Diyarbakır’dan gelen bir sesin taşıyıcısıydı; ninenin söyledikleri dilde yankılanırdı. Üç kez damıtılmış bir yumuşaklık arardı; İrlanda’dan seçti kadehini. “Sözün kemiksizliği bu,” dedi; “dile dolanır, kalbe oturur.” Kilime nar çiçeği tonunda bir motif ekledi: yarım ay, yarım söz, tamamı his. “Acı türkülerin dibi, tatlı bir vedadır,” diye mırıldandı. John Barleycorn, Leyla’nın dizlerine usulca başını koydu; arpayı dövenlerin hoyratlığını, sözle şifaya dönüştürdü.

Yannis: Ada’dan Taşınan Tuz

Yannis, Burgazada’dan gelirdi; meze ustası, hikâye taşıyıcısı. “İyot kokusunu saklayan fıçı yoktur,” dedi, “ama insan saklar.” Islay’ın yosunlu dumanını sevdi. Kadehi dudaklarına götürünce gözleri kısıldı: “Çocukken, kıyıda çakıl taşlarıyla konuşurdum.” Kilime deniz mavisi bir ajur işledi; ufka doğru incelen bir şerit. “Tuzla duman, ayrılmaz kardeş,” dedi. O gece bar deniz oldu; kilim dalga, rüzgâr çatal çatal melodilere bölündü.

Cemal: Karadeniz’de Bir Çark

TRabzonlu motorcu Cemal, hamsi mevsimi gibi gelip geçti; hızlı ama ritimli. Bourbon seçerdi: mısırın tatlılığı ona çocukluğunu hatırlatırdı. “Sahilde soba tütüsü, fırından mısır ekmeği” dedi “işte bu.” Kilime sarı altın bir spiral çizdi; “Bu dönerken içimi ısıtıyor.” Bir akşam dedi ki “Deniz döner, rüzgâr döner, ben de dönerim; ama döndüğüm yer hep aynı: tuz, duman, tatlı bir yanık.” John Barleycorn, Karadeniz dalgası gibi onun omzuna çarpıp geri çekildi.

Aybike: Şehir Plancısı, Sessiz Harita

Aybike, şehir planlar; yolları, suyu, gölgeyi hesap ederdi. Japon viskisinin dengini aradı; “Hata payı düşük, sakin bir çizgi,” dedi. Kilime pastel bir grid attı; karelerde köprüler, yeşil alanlar, boşlukların şiiri. “Boşluk,” dedi, “en kıymetli malzemedir.” Nevzat başını salladı: “İyi bir kampanya, nefes kaçırır yer bırakır.” O geceden sonra, kilimin ortasında bir meditatif meydan oluştu; kadehler orada buluştu.

Miraç: Çini Ustası

Kütahya’dan Miraç geldi; elleri sır gibi parlaktı. “Ateşle konuşmayı tezgahta öğrendik,” dedi. Meşe fıçısının karamelini seven bir seçim yaptı: Highlands. Kilime turkuaz bir kıvrım; “Bu, çatlamayan sabır çizgisi.” Nevzat gülümsedi: “Brief gerçekse, çatlak ışıktır.” John Barleycorn, fırın ağzında bekleyen bir motif gibi, sobanın içinden göz kırptı.

Oleg: Dalgıç, Derin Sükût

Karadeniz’in soğuğuna dalıp çıkan Oleg, pek konuşmazdı. İki kadeh arasında uzun bir sessizlik, sonra bir cümle: “Aşağıda, ses daha ağır.” Islay’ın kurumu ona yoldaş oldu. Kilime kurşuni bir dalga attı; üstünde tek bir balık gölgesi. “Derinlik, başıboşluğu sever.” John Barleycorn bu kez ağırdan yüzdü; dipte beklerken üstte zaman esnedi.

Mahallenin Gündüzü Sevim, barın öğle ışığıydı; akşamüstü kahkahası. İçmez, ama kokuları severdi: “Vanilya? Kuru incir? Hafif duman?” Kilime krem rengi bir bordür ördü; “Burası ev gibi kalsın.” Nevzat ona teşekkür etti: “Her markanın bir ‘ev rengi’ olmalı.” Sevim’in bordürü, kilimi tutan merhamet oldu; abartı taşan yerleri geri çağırdı.

Dumanlı Cuma: İki Gitar, Bir Fıçı

Bir Cuma, Artin Usta yanına genç bir gitarist getirdi. Sema geçiyordu; Leyla da uğradı. İki gitar, bir dengbêj ezgisi ve göklerden bir rota. Kadehler, fıçıdan çekilen küçük bir partiyle paylaşıldı. Kilime çok sesli bir motif işlendi: üçlü damıtma gibi üç katman, üç nefes. O gece, John Barleycorn kilimin içinden kalkıp bar tezgâhına oturdu sanki; kadehler onun adına kalktı, adına indi.

Nevzat’ın Manifestosu

Nevzat, tebeşirle yeni bir cümle yazdı “İyi bir içki, aceleye gelmez; iyi bir cümle de” Reklamcılıktan kalan sabrını paylaştı “Müşterinin görmek istediğiyle duyması gereken arasında bir köprü kurarsın; işte o köprünün ipleri meşedir” Kilime koyu yeşil bir köprü motifi düştü; iki yakası orman, ortası ılık rüzgâr “Zekeriyaköy de böyledir - şehirle orman arasında” dedi,

Kış Mevsimi: Lodos ve Lâmba

Kış gelip lodos kapıya vurunca bar sarı ışığa sığındı. Pencerelerde buğu; kilimde yeni iplikler. Yannis tuz getirdi; Sevim çay; Artin sessizlik. Kadehler, içleri kadar dışarıyı da ısıttı. “Kış” dedi Aybike, “kentin yalnızlıklarını ortaya çıkarır.” John Barleycorn, karanlıkta parlayan bir göz gibi kilimin derinliklerine yerleşti; orada, sabrı büyüttü.

Aynur: Psikoterapist, İnce Sorular

Aynur geldi; danışanlarının sırlarını değil, yüklerini taşıyan biri. Yumuşak içimle başladı, sonra Islay’a cesaret etti “Acının adını koyunca kokusu değişir” dedi. Kilime açık gri bir yol çizdi; kenarında küçük duraklar “İnsan, aynı yarayı farklı cümlelerle tekrar tekrar sarar” O gece, barın uğultusu bir seansın suskun onayına dönüştü; kadehler hafifledi.

Yaz Şenliği: Kırlangıçlar ve Kül

Yaz akşamları uzadı. Kırlangıçlar barın ışıklarına alçaldı, nefesler inceldi. Cemal mısır közledi dışarıda; Yannis, iki zeytin tabağıyla döndü. Kadehler, yazın tütsüsünü üstlendi: vanilya, şeftali, kömür. Kilime altın sarısı bir güneş işlendi; ortasında ince bir is halkası. “Her yaz, biraz yanar, Nevzat; İyi ki su var, iyi ki arpa” dedi

Bir Veda, Bir Şişe

Sema uzak hatlara geçti; bir süre gelmeyecekti. Ayrılık akşamında, Nevzat barın en üst rafından yıllanmış bir şişe indirdi. “Bu, dönüş biletindir,” dedi. Kilime ince bir kuyruklu yıldız düştü; başlangıcı parlak, kuyruğu koyu. “Giden,” dedi Leyla, “dönmek için gider.” John Barleycorn, pist ışıklarına benzer bir çizgiyi kilimin kenarına bıraktı.

Yağmur Günü: John’un Gülüşü

Bir öğleden sonra yağmur. İçeride kahverengi bir dinginlik. Aynur hafifçe mırıldanıyor; Artin, lambanın altında bir eşik tınısı arıyor. Nevzat, duvardaki kilime bakıp güldü: “Bak,” dedi, “artık kendi kendine uzuyor.” Kilimin kenarından altın bir filiz çıkmış; sanki iplik değil, arpa sürgünü. “John Barleycorn,” dedi Nevzat, “bize göz kırpıyor.” Yağmur durdu; kilim, dünya kadar ıslandı ve kurudu.

Yeni Yüzler, Eski Kokular

Bar, artık mahallenin nabzıydı. İçeri giren herkes, adını söylemeden önce bir koku bıraktı: taze defter, eski kitap, yağlı boya, teneke soba, kolanya. Kadehler bu kokulara eşlik etti: incir, karamel, ipek gibi bir is. Kilim, bir hatıra haritasına dönüştü; ince yazıyla not düşülmüş: “Burada gülündü.” “Burada susuldu.” “Burada affedildi.”

Nevzat’ın Duruşu: Kampanyanın Ortası

Nevzat bir gün dedi ki: “Her bar, bir kampanyadır; big idea’sı insan.” Duvardaki tebeşire yeni bir cümle: “Üzüntüyü azaltmıyoruz, adını koyuyoruz.” Kadehler hafifçe tokuştu. Kilime kalın bir başlık işlendi; altında küçük puntolarla günlerin tarihi. “Vaat,” dedi Nevzat, “bazen sadece yan yana oturmaktır.”

Sürpriz Dönüş: Kadehte Kanat Sesi

Sema döndü. “Gökyüzü değişmedi,” dedi, “ama ben değiştim.” Islay’dan başlamadı; İrlanda’nın yumuşağını istedi. “Önce yeri bulayım.” Kilime, eski rotanın yanına ince bir ikinci çizgi attı; iki çizgi bir yerde kesişti. “Kesişimler,” dedi Aybike, “şehrin en zengin noktalarıdır.” John Barleycorn, iki çizginin buluştuğu yere küçük bir başak koydu.

Bir Kavga, Bir Barış

O akşam, yanlış anlaşılmadan küçük bir tartışma çıktı. Sesler kabardı; kadehler dudağa gitmedi. Sevim çay getirdi, Aynur bir cümle kurdu: “Öfke, yerini bulmayınca kırar.” Nevzat tezgâhın altından bir şişe çıkardı; “Bu bar, kırıkları bantlamaz, birbirine tutturur.” Kadehler usulca kalktı. Kilime, iki ayrı renk ipliğin düğümlendiği küçük bir motif eklendi: barış düğümü. “Güzelleşen yara izi,” dedi Artin.

Hasat Zamanı: Arpa Gölgesi

Sonbahar geldi; kuzey ormanları koyulaştı. Nevzat, “Hasat günü,” dedi; “John’u selamlayalım.” Masalara küçük başak demetleri bıraktık. Kadehlerde meşe, fırında tarçın, dışarıda ıslak toprak. Kilime bal rengi geniş bir ova işlendi; ucunda bir ambar çizgisi. “Hasat,” dedi Leyla, “yalnızca toplamak değil; paylaşmayı hatırlamaktır.” O gece, masalar arasında ekmek gezdi; arpa kadehle kardeş oldu.

Kilimin Sırrı: Çerçevesiz Bir Resim

Barın birinci yılı biterken kilime baktık: Artık çerçeveye sığmıyor, kenarlarından yeni filizler veriyordu. “Resim olmak istemiyor,” dedi Aybike; “yaşamak istiyor.” Nevzat gülümsedi: “Kampanya bittiğinde marka tek başına yürüyebiliyorsa, işini yapmışsındır.” Kilim, duvardan bir an için ayrıldı sanki; barın üstünden geçti, masalara gölge, kadehlere ılık ses oldu. John Barleycorn, usulca kapıya dayandı; “Devam,” dedi.

Whisky Kilimi

Yıllar geçti. Yannis’in mavisi soldu ama tuzu kaldı; Cemal’in spirali dinginleşti; Sema’nın rotaları çoğaldı; Leyla’nın nar çiçeği çoğunu teselli etti. Aynur’un yolları yeni duraklar buldu; Artin’in notası barın en sessiz saatlerinde duyulur oldu. Sevim’in krem bordürü her şeyi hâlâ ev gibi tutuyor. Nevzat, tebeşiri bıraktı: “Her yudum, bir emektir.” Ben kilime yaklaştım; ipliklerin arasında buhar gibi bir gülüş gördüm. John Barleycorn, her ilmekte diriliğini koruyordu. Dışarıda poyraz, içeride meşe. Bu bar, Zekeriyaköy’ün ormanla şehir arasındaki ince yolunda, insanın kendine vardığı bir istasyon olarak kaldı. Ve biz anladık: Bir bardak viski yalnızca damak için değil; birlikte yaşamak için ortak bir dil. Kilim, artık bizim değil; burada yolu kesişen herkesin.

**Bitti ve her akşam yeniden başlayacak**

 

 
 
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.