Mersin escort Bodrum escort Bursa escort

Tuzla russian escort Alanya russian escort Kayseri russian escort Antalya russian escort Diyarbakır russian escort Anadolu yakası russian escort Adana russian escort Ataşehir russian escort Şirinevler russian escort Beylikdüzü russian escort Halkalı russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Samsun russian escort Avcılar russian escort Pendik russian escort Beylikdüzü russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Mersin russian escort Avrupa yakası russian escort Kocaeli russian escort Bodrum russian escort Bakırköy russian escort Kadıköy russian escort İzmir russian escort bayan Beşiktaş russian escort Eskişehir russian escort Bursa russian escort Şişli russian escort Şişli russian escort russian escort İzmir Gaziantep russian escort Ankara russian escort Denizli russian escort Samsun escort kızlar Malatya russian escort İzmir russian escorts Samsun russian escort

Guymak
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Kitabizade Sabri Öztürk
Köşe Yazarı
Kitabizade Sabri Öztürk
 

Karahanlı Türk devleti devami

        Osmanlı, Karahanlı Devleti’nin devamıdır. Kaşgarlı Mahmut’un Divânü Lügati’t-Türk’ü ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eseri, bu geleneğin temel taşlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlıların, Selçukluların ama aslında esas olarak Karahanlıların devamıdır. Çünkü Karahanlılarda Türklük bilinci çok yüksektir. Osmanlıların da başlangıcında aynı bilinç güçlüydü. Aradaki farklılıklar bir yana, özellikle ilk sekiz hakan döneminde çok ciddi, doğru bir çizgi izlenmiştir. Sonradan bazı değişmeler olsa da Türklük bilincinden tamamen kopulmamıştır. Mesela Sultan II. Abdülhamid “Ben de Türküm.” demiştir. Bununla ilgili tarihî bir hadise vardır. Karahanlılar dönemi neden önemlidir? Çünkü bu dönem, Türklerin Müslüman olduğu dönemdir. Yani Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği zaman Karahanlılar dönemine rastlar. Bu, 10. yüzyılın başlarıdır. Peki Türkleri Müslüman yapan kimdir? Hüseyin bin Mansur, yani Hallâc-ı Mansur’dur. “Enel Hak” diyen o büyük mutasavvıf. Türklerin Müslümanlığı da onun temsil ettiği tasavvufi çizgiyle şekillenmiştir. Bu, derin anlamlı bir Müslümanlıktır: Ehlibeyt imamlarının ortaya koyduğu bilinçle birleşmiş bir tasavvufî İslam anlayışı. Onlarda aynı zamanda müspet bilim bilinci de vardır. Mesela 6. İmam Cafer-i Sadık, döneminin en büyük bilginidir. Onun öğrencisi Cabir bin Hayyan, kimya biliminin kurucusudur. “Laboratuvarda canlı hücre yaptım.” diyen kişidir o. Düşünün, bugün bile söylenmesi cesaret isteyen bir sözü, o dönemde ifade etmiştir. Tasavvufun en yücesi, fıkhın en derinidir bu gelenek. Türkler işte bu yolla Müslüman olmuşlardır. Karahanlılar döneminde, binlerce yıl önceden gelen Türk töresi İslam’la yoğrulmuş, böylece muazzam bir devlet ortaya çıkmıştır. İşte o dönemdeki kültürün ürünü olan eserlerden biri, Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divânü Lügati’t-Türktür. O sadece bir sözlük değildir; bir ansiklopedidir. Biz ondan Türklükle ilgili birçok şey öğreniyoruz. Ancak önemli bir nokta vardır: Kaşgarlı Mahmut bu kitabı Türkler için değil, Araplar için yazmıştır. Çünkü Türkler zaten bu bilgileri biliyordu. Mahmut, eseri halifelere ithaf etmiştir ve onlara şöyle der “Türklerin saltanatı çok uzun sürecek, Türkçe öğrenin” der. Bunu da bir hadise dayandırır. Peygambermiz’in “Türklerin hükümranlığı uzun sürecektir, bu yüzden Türkçe öğrenin” dediği rivayet edilir. Doğruluğunu hadisçiler tartışabilir, ama o dönem böyle bir inanç yaygındı. Ayrıca kutsalların Türklere emanet olduğu da söylenmiştir. Bu kitap, dönemin ruhunu yansıtan bir eserdir. Aynı dönemde Kutadgu Bilig yani “kutlu bilgi” adlı eser de Türkçenin kudretini göstermek bakımından çok önemlidir. Atabetü’l-Hakâyık da yine o dönemin önemli eserlerindendir. Belki başka pek çok eser vardı, ama bugüne ulaşabilenler bunlardır. Şimdi, konuyla dolaylı ama anlamca bağlantılı bir bilgi vereyim: Mısırlı büyük âlim Haybek der ki, “Türklerin Allah’tan gelen bir kutsal kitabı vardı.” Bu kitabın getiren kişisine “Ulu Ata Bitikçi” denilirmiş. “Bitikçi” demek “kitapçı” yani “peygamber” demektir. “Bitik” kelimesi “kitap” anlamındadır. Bu iddia, Prof. Dr. Osman Turan’ın Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi adlı eserinde de yer alır. Her Türk genci mutlaka okumalıdır. Peki, Türklere gerçekten bir kutsal kitap indi mi? O dönemde bazı tarihçiler “Evet” diyor. “Allah birçok millete kitap göndermiş de bu büyük millete mi göndermedi?” diyerek savunuyorlar. Oğuz Han dönemine, binlerce yıl öncesine uzanan bir gelenekten bahsediyoruz. O kitap kayıptır, ama bazı araştırmacılar hâlâ onun izini sürmektedir; belki bir gün buzullar arasında bulunabilir. Yine bazı tarihçiler, özellikle 12. yüzyıldan kalma Ermeni kaynaklarında, “Türklerin kutsal kitabı şöyle başlardı: ‘Mengü Tengri Küçümen’ yani ‘Ebedî Tanrı’nın adıyla’” ifadesinin yer aldığını söyler. Bu, “Bismillahirrahmanirrahim”in Türkçesi gibidir. Peki bu kitap bugün nerede? Tamamı yoktur, ama parçaları Göktürk kitabelerinde yaşamaya devam eder. Ayrıca Manas Destanı’nda da izleri vardır. Manas yaşayan bir destandır, dünyada eşi yoktur. Aynı şekilde Dede Korkut Hikâyeleri ve Kutadgu Bilig’deki ahlaki kurallar da bu eski kutsal metinden izler taşır. Örneğin o dinde “yedi göbek içinde evlenmek haramdır.” denirdi. Bu kural bazı Türk boylarında hâlâ sürmektedir. Kazaklar, Kırgızlar, Kafkas Türkleri, Karaçaylar, Malkarlar hatta Balkan Türkleri (Kıpçak grubu) yedi göbek içinde evlenmeyi büyük günah sayarlar.  Yedi göbek demek, insanın yedi kuşak soyunu bilmesi demektir. Böylece kimse farkında olmadan akrabasıyla evlenmez, haram işlemez.  Bu, o eski dinin hükümlerinden biriydi. Şimdi gelelim “Gök Tanrı inancı” meselesine. Bazı kişiler bu konuyu yanlış yorumlar. “Türklerde Gök Tanrı varmış, bir de yer tanrısı Umay varmış, bunların çocuğu varmış.” derler. Bunlar masaldır. Orhun Kitabeleri’ne bakalım “Altta yağız yer, üstte mavi gök yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratıldı” Peki bütün bunları yaratan kimdir? Gök Tanrı’dır. Yani bu, kozmosu ve birliği temsil eden panteist bir anlayıştır. Bir adım ileri gidersek, burada “Ulu Ruh”, yani evrensel ruh fikri vardır. Bu da “Vahdet-i Vücut” anlayışına denk gelir. Türkler Allah’ın birliğine inanıyorlardı. O Tanrı’nın eşi benzeri yoktu; bütün kudret ondaydı. Orhun Kitabeleri’nde Gök Tanrı’dan başka yaratıcı yoktur. Türklerin inancı budur. “Şamanizm” denen şey ise sonradan uydurulmuş bir terimdir. “Şaman” kelimesi Türkçe değildir. Türklerde “din adamı”na “kam” veya “baksı” denirdi. Mesela Bayburt’ta hâlâ “Baksı Köyü” vardır. Kazaklar “baksı” der, bazı bölgelerde “bakşı” denir. Yani “şaman” kelimesi aslında başka kökenlidir. Şamanizm diye tanımlanan inanç sistemi sadece Türklere özgü değildir; insanlığın en eski halk inançlarından biridir. İçinde biraz tedavi (sağaltma), biraz da kehanet, yani gaybî bilgi arayışı vardır. Bugün de benzer şeyler sürüyor: medyumlar, cinciler, falcılar, tarotçular… İnsanlar hâlâ gizli bilgi veya şifa arayışıyla onlara gider. Bu sadece bizde değil, tüm dünyada vardır. Yani “şamanizm” olarak adlandırılan inanç biçimi, dinlerden çok daha eski bir halk geleneğidir ve varlığını hâlâ sürdürmektedir. Peki o kayıp Türk kutsal kitabı ne diyordu? Yedi göbek içinde evlenmek haram, dürüst yaşamak farz, hırsızlık yasaktı. Yani Kur’an-ı Kerim’in söylediği ahlaki değerlerin benzerleri o kitapta da vardı. Ancak Kur’an geldikten sonra o son ve nihai kitap olmuştur.    

Karahanlı Türk devleti devami

 

 

 

 

Osmanlı, Karahanlı Devleti’nin devamıdır.
Kaşgarlı Mahmut’un Divânü Lügati’t-Türk’ü ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eseri, bu geleneğin temel taşlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlıların, Selçukluların ama aslında esas olarak Karahanlıların devamıdır. Çünkü Karahanlılarda Türklük bilinci çok yüksektir. Osmanlıların da başlangıcında aynı bilinç güçlüydü. Aradaki farklılıklar bir yana, özellikle ilk sekiz hakan döneminde çok ciddi, doğru bir çizgi izlenmiştir. Sonradan bazı değişmeler olsa da Türklük bilincinden tamamen kopulmamıştır.

Mesela Sultan II. Abdülhamid “Ben de Türküm.” demiştir. Bununla ilgili tarihî bir hadise vardır. Karahanlılar dönemi neden önemlidir? Çünkü bu dönem, Türklerin Müslüman olduğu dönemdir. Yani Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği zaman Karahanlılar dönemine rastlar. Bu, 10. yüzyılın başlarıdır.


Peki Türkleri Müslüman yapan kimdir?

Hüseyin bin Mansur, yani Hallâc-ı Mansur’dur. “Enel Hak” diyen o büyük mutasavvıf. Türklerin Müslümanlığı da onun temsil ettiği tasavvufi çizgiyle şekillenmiştir. Bu, derin anlamlı bir Müslümanlıktır: Ehlibeyt imamlarının ortaya koyduğu bilinçle birleşmiş bir tasavvufî İslam anlayışı. Onlarda aynı zamanda müspet bilim bilinci de vardır.

Mesela 6. İmam Cafer-i Sadık, döneminin en büyük bilginidir. Onun öğrencisi Cabir bin Hayyan, kimya biliminin kurucusudur. “Laboratuvarda canlı hücre yaptım.” diyen kişidir o. Düşünün, bugün bile söylenmesi cesaret isteyen bir sözü, o dönemde ifade etmiştir. Tasavvufun en yücesi, fıkhın en derinidir bu gelenek. Türkler işte bu yolla Müslüman olmuşlardır. Karahanlılar döneminde, binlerce yıl önceden gelen Türk töresi İslam’la yoğrulmuş, böylece muazzam bir devlet ortaya çıkmıştır.

İşte o dönemdeki kültürün ürünü olan eserlerden biri, Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divânü Lügati’t-Türktür. O sadece bir sözlük değildir; bir ansiklopedidir. Biz ondan Türklükle ilgili birçok şey öğreniyoruz. Ancak önemli bir nokta vardır: Kaşgarlı Mahmut bu kitabı Türkler için değil, Araplar için yazmıştır. Çünkü Türkler zaten bu bilgileri biliyordu. Mahmut, eseri halifelere ithaf etmiştir ve onlara şöyle der “Türklerin saltanatı çok uzun sürecek, Türkçe öğrenin” der. Bunu da bir hadise dayandırır. Peygambermiz’in “Türklerin hükümranlığı uzun sürecektir, bu yüzden Türkçe öğrenin” dediği rivayet edilir. Doğruluğunu hadisçiler tartışabilir, ama o dönem böyle bir inanç yaygındı. Ayrıca kutsalların Türklere emanet olduğu da söylenmiştir.

Bu kitap, dönemin ruhunu yansıtan bir eserdir. Aynı dönemde Kutadgu Bilig yani “kutlu bilgi” adlı eser de Türkçenin kudretini göstermek bakımından çok önemlidir.
Atabetü’l-Hakâyık da yine o dönemin önemli eserlerindendir. Belki başka pek çok eser vardı, ama bugüne ulaşabilenler bunlardır.

Şimdi, konuyla dolaylı ama anlamca bağlantılı bir bilgi vereyim: Mısırlı büyük âlim Haybek der ki, “Türklerin Allah’tan gelen bir kutsal kitabı vardı.” Bu kitabın getiren kişisine “Ulu Ata Bitikçi” denilirmiş. “Bitikçi” demek “kitapçı” yani “peygamber” demektir. “Bitik” kelimesi “kitap” anlamındadır. Bu iddia, Prof. Dr. Osman Turan’ın Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi adlı eserinde de yer alır. Her Türk genci mutlaka okumalıdır.

Peki, Türklere gerçekten bir kutsal kitap indi mi? O dönemde bazı tarihçiler “Evet” diyor. “Allah birçok millete kitap göndermiş de bu büyük millete mi göndermedi?” diyerek savunuyorlar. Oğuz Han dönemine, binlerce yıl öncesine uzanan bir gelenekten bahsediyoruz. O kitap kayıptır, ama bazı araştırmacılar hâlâ onun izini sürmektedir; belki bir gün buzullar arasında bulunabilir.

Yine bazı tarihçiler, özellikle 12. yüzyıldan kalma Ermeni kaynaklarında, “Türklerin kutsal kitabı şöyle başlardı: ‘Mengü Tengri Küçümen’ yani ‘Ebedî Tanrı’nın adıyla’” ifadesinin yer aldığını söyler. Bu, “Bismillahirrahmanirrahim”in Türkçesi gibidir. Peki bu kitap bugün nerede? Tamamı yoktur, ama parçaları Göktürk kitabelerinde yaşamaya devam eder. Ayrıca Manas Destanı’nda da izleri vardır. Manas yaşayan bir destandır, dünyada eşi yoktur. Aynı şekilde Dede Korkut Hikâyeleri ve Kutadgu Bilig’deki ahlaki kurallar da bu eski kutsal metinden izler taşır.

Örneğin o dinde “yedi göbek içinde evlenmek haramdır.” denirdi. Bu kural bazı Türk boylarında hâlâ sürmektedir. Kazaklar, Kırgızlar, Kafkas Türkleri, Karaçaylar, Malkarlar hatta Balkan Türkleri (Kıpçak grubu) yedi göbek içinde evlenmeyi büyük günah sayarlar.  Yedi göbek demek, insanın yedi kuşak soyunu bilmesi demektir. Böylece kimse farkında olmadan akrabasıyla evlenmez, haram işlemez.  Bu, o eski dinin hükümlerinden biriydi.

Şimdi gelelim “Gök Tanrı inancı” meselesine. Bazı kişiler bu konuyu yanlış yorumlar. “Türklerde Gök Tanrı varmış, bir de yer tanrısı Umay varmış, bunların çocuğu varmış.” derler. Bunlar masaldır. Orhun Kitabeleri’ne bakalım “Altta yağız yer, üstte mavi gök yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratıldı”
Peki bütün bunları yaratan kimdir? Gök Tanrı’dır. Yani bu, kozmosu ve birliği temsil eden panteist bir anlayıştır. Bir adım ileri gidersek, burada “Ulu Ruh”, yani evrensel ruh fikri vardır. Bu da “Vahdet-i Vücut” anlayışına denk gelir. Türkler Allah’ın birliğine inanıyorlardı. O Tanrı’nın eşi benzeri yoktu; bütün kudret ondaydı.

Orhun Kitabeleri’nde Gök Tanrı’dan başka yaratıcı yoktur. Türklerin inancı budur. “Şamanizm” denen şey ise sonradan uydurulmuş bir terimdir. “Şaman” kelimesi Türkçe değildir. Türklerde “din adamı”na “kam” veya “baksı” denirdi. Mesela Bayburt’ta hâlâ “Baksı Köyü” vardır. Kazaklar “baksı” der, bazı bölgelerde “bakşı” denir. Yani “şaman” kelimesi aslında başka kökenlidir.

Şamanizm diye tanımlanan inanç sistemi sadece Türklere özgü değildir; insanlığın en eski halk inançlarından biridir. İçinde biraz tedavi (sağaltma), biraz da kehanet, yani gaybî bilgi arayışı vardır. Bugün de benzer şeyler sürüyor: medyumlar, cinciler, falcılar, tarotçular… İnsanlar hâlâ gizli bilgi veya şifa arayışıyla onlara gider. Bu sadece bizde değil, tüm dünyada vardır.

Yani “şamanizm” olarak adlandırılan inanç biçimi, dinlerden çok daha eski bir halk geleneğidir ve varlığını hâlâ sürdürmektedir.

Peki o kayıp Türk kutsal kitabı ne diyordu?
Yedi göbek içinde evlenmek haram, dürüst yaşamak farz, hırsızlık yasaktı.
Yani Kur’an-ı Kerim’in söylediği ahlaki değerlerin benzerleri o kitapta da vardı.
Ancak Kur’an geldikten sonra o son ve nihai kitap olmuştur.

 

 
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.