Küçük Kadınlar
Mustafa Aydın - 05 06 2025
Bugün öğleden sonra telefonum çaldı. Eski bir arkadaşım aradı. “Saat iki civarı Fatih Parkı’na geçiyorum, gel oturalım biraz,” dedi. Havanın güzel oluşundan ötürü kalabalık olabileceğini söyledim. “Sen git, boş bir masa bul, sonra ara,” dedim. Yaklaşık yarım saat sonra tekrar aradı: “Zar zor bir yer buldum, gel çay içelim.” Oğlumu mağazada bırakıp ben de parka doğru yürüdüm.
Girişin bir kat üstünde, merdiven kenarına yakın bir masada oturuyordu. Karşısındaki sandalyeye oturdum. Sağımızda, solumuzda bütün masalarda lise ve ortaokul öğrencisi oldukları giysilerinden ve yüzlerindeki ifadelerden anlaşılan çocuklar oturuyordu. Çocuk dediysem lafın gelişi… Çünkü çoğu davranışlarıyla çocukluktan çok uzak ama yetişkinlikten de nasibini alamamış birer “büyümüş de küçülmüş” kadın ve erkek gibiler..
Hemen önümüzdeki masada türbanlı bir genç kız sandalyeye bağdaş kurarak oturmuş, rahat tavırlarıyla dikkat çekiyor. 15, bilemediniz 16 yaşlarında. Çantasından sigarasını çıkarıp yaktı. Yandaki masada başları açık, saçları fönlü üç kız yüksek sesle sohbet ediyorlar. Birinin sesi yükseldi: “Hakan nerede kaldı lan?” Diğeri cevap verdi:
“Ne bileyim yaa a**na koyim…”
Yanaklarında hâlâ çocukluk pembeliği taşıyan bu genç kızlar, konuşmalarıyla birer yetişkin taklidine dönüşmüştü. Çocukluklarına yabancı, büyüklüğe fazla erken bulaşmış halleriyle insanın içini burkan bir tablo gibiydiler.
Bir süre sonra kolları dövmeli, genç bir delikanlı geldi. Elindeki şeffaf poşette dört dürüm vardı. Masaya bıraktı. Kızlardan biri ona işveli bir bakış atarak: “Sağ ol kral yaa, çok erken geldin,” dedi. Geç geldiğini ima ederek, alaycı bir gülümsemeyle.
Çocuk dürümleri masaya bırakıp çay almak için merdivenlere doğru yönelince kız yüksek sesle arkasından seslendi: “Kartımı ver oğlum! Ver şu kartı lan!”
Oğlan cebinden kredi kartını çıkarıp verdi. Kız kartı alır almaz ciddi bir ses tonuyla arkadaşlarına dönerek: “Beni kandıracak güya… o***pu çocuğu.” dedi.
Kamuya açık Bir belediye parkında, çay bahçesinde, gündüz vakti yaşanan bu sahne… Sıradan bir gün gibi görülebilir. Ama bence çok şey anlatıyor. Bu çocuklar bize ne söylüyor? Onların dilinde, davranışlarında, ilişkilerindeki boşlukta biz yetişkinlerin, toplumun ve eğitimin payı yok mu?
Bir tarafta çocuk yaşta büyük rollerine soyunan genç kızlar… Diğer yanda, onların duygusal boşluklarını "kral" gibi davranarak doldurmaya çalışan genç erkekler… Hepsi bir arayışta. Saygı, zarafet, mahcubiyet, hayâ... Hangi ara kaybettik bunları?
Biz nerede yanlış yaptık?
Bu sahneleri birer bireysel tercih gibi görmek kolay. Ama mesele o kadar basit değil. Ortada kaybolmuş bir dil var. Ailede başlaması gereken eğitimin yerini sosyal medya kültürü, dizilerdeki ucuz roller ve kontrolsüz özgürlükler almış.
Ve parkta otururken insan, çayın tadından çok bu manzaranın acılığını hissediyor.