Milletin Küllerinden Doğan Meclis
23 Nisan 1920 Cuma günü, Türkiye'nin tarihinde bir dönüm noktasıydı. Anadolu'nun kalbi Ankara’da, Hacı Bayram Camii önünde toplanan kalabalık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına tanık oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı ve yurda gönderdiği davetiye ile millet cuma namazı sonrası Meclis’in kuruluşuna çağrılmıştı.
Hacı Bayram Camii, İstanbul alınmadan çok önce 1427 yılında inşa edilmiş, ismini de türbesinden alan köklü bir mabeddir. Eserlerinin herbirinde kullandığı Türkçenin Anadolu'da yaygınlaşmasına büyük katkı sunan Hacı Bayram-ı Veli, insanlığa barış, adalet, ilim ve iyi niyet öğütleyen sözleriyle Meclis’in manevi temel taşlarından biri oldu.
Yokluk İçinde Bir Diriliş
Yeni Meclis’in binası aslında yarım bir inşaattı. Camları, çatısı, sıvası yoktu; elektrik bile bulunmuyordu. Bugünkü REZİL şatafatın aksine - Zaten çoğu cephede asker Milletvekilleri, toplantılara geldikleri Ankara’da kalacak ev bulamıyor, bazen açık arazide, ağaç diplerinde geceyi geçiriyordu. Yemek ve ısınma büyük bir sorunken, maaş almayan vekiller aralarında 55 kuruş toplayıp tabldot sistemiyle kendi aralarında yemeklerini organize ediyordu.
Mecliste Üç Ana Grup
TBMM'nin açıldığı gün, Anadolu’nun yarısı işgal altındaydı. İstanbul, İzmir, Ege ve Güneydoğu şehirleri, İngiliz, Fransız, Yunan ve İtalyan ordularının kontrolündeydi. Mecliste dönemin Amerikan istihbarat raporlarına yansıyan üç ana grup vardı:
Kuva-yi Milliyeciler: Tam bağımsızlığı savunan, Atatürk’e bağlı vekiller,
Saltanatçı/Padişahçılar: İngiliz desteğini arayan, padişahın yanında olanlar,
Menfaatçiler: Sadece şahsi çıkarı için siyasete girenler.
Anadolu’da İşgalin Acı Yüzü
Kurtuluş Savaşı başladığında Anadolu’nun birçok bölgesi yabancı askerlerce işgal altındaydı. Kadınlar, çocuklar büyük zulüm gördü; camilere doldurulup yakılanlar, kuyulara atılarak öldürülenler, fotoğraflarla belgelenmişti. Bursa, Bergama, Söke gibi şehirlerde toplu katliamlar yapıldı. Yunan bankalarının sağladığı ucuz kredilerle, İzmir’deki Türk mülklerinin çoğu Rumların eline geçti. Bugün dahi bazı bankaların geçmişi, bu dönemin izlerini taşımaktadır.
İşgal İstanbul’unda Hayat: Beyaz Ruslar ve Beyoğlu
İstanbul ise tam bir insan karmaşasına sahne oldu. Yalnızca işgal kuvvetleri değil, Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nden kaçan on binlerce "Beyaz Rus", soylular, prensler, sanatçılar da şehre sığındı. Parasız kalan bu göçmenler, İstanbul’un gece hayatı ve kültürüne büyük etki yaptı. Rus salatası, çiçek pasajı gibi semboller bu dönemde kültüre girdi, kokain kullanımı ve plaj alışkanlığı yine bu göçmenlerle yayıldı.
Gizli Direnişin Kahramanları: Mim Mim Grubu
İstanbul’daki yeraltı direnişi ise "Mim Mim Grubu" ile can buldu. Mustafa Kemal’in emriyle kurulan bu örgütün başında Topkapılı Cambaz Mehmet vardı. 3.000’e yakın sandalcı, hamal ve esnafı bir araya getiren bu grup, bilgi, insan ve cephane kaçakçılığı yaptı. İngiliz subaylarının makam otomobilini bile kaçırıp Ankara’ya gönderen Cambaz Mehmet, milli mücadeleye büyük katkı verdi. O, özgür ruhlu bir halk kahramanı olarak hiçbir ödülü kabul etmedi.
Hamza ve Felah: Direnişin Kurumsallaşması
Mim Mim Grubu’nun ardından, direniş Hamza ve Felah Grupları ile devam etti. Bu yapılar, binlerce insan ve tonlarca cephaneyi Anadolu’ya gizlice ulaştırdı. Yurtsever gazeteler gizlice şehre sokuluyor, Anadolu’daki gelişmeler halk tarafından takip ediliyordu. İstanbul’un halkı, bu gazeteler sayesinde ülkenin dört bir yanındaki cephelerden haberdar oldu.
Ölüm saçan KATİL Şeytan Taburları
Yunanistan’ın Anadolu’ya saldırısında bilinen malum vahşetlerini sergileyen, 3 yıl 3 ay 22 gün kan kusturan, her yeri ateşe veren özel tahrip taburlarının görevleri savaşmak değil – heryeri yakarak her canlı Türkü imha etmekti. 3.ooo askerden oluşan ‘’ölüm saçan şeytan taburuları’’ SORUMLU komutanı ‘her yeri yakın’ emrini verirken bazı köylülerimizde ateşi bizzat tutuşturan gaddar ahlaksız – Prens Andrea. O zalim "Şeytan Taburu"nun başındaki KATİL Prens Andrea torunu, bugün İngiltere Kralı olan Charles’tır.
Savaşta Kültür: Ankara’da Hamlet, Anadolu’da Nazım Hikmet
Kurtuluş Savaşı’nın ortasında Ankara’da develerin dolaştığı sokaklarda Hamlet oyunu sahneleniyordu. Otello Kamil’in tiyatrosu, Anadolu’yu Shakespeare’le buluşturdu. O dönemde 19 yaşındaki Nazım Hikmet de Ankara’ya geçmiş, Mustafa Kemal ile tanışmış ve “gayeli şiirler” yazma tavsiyesi almıştı. Savaşın gölgesinde bile sanat ve kültür yaşamaya devam edişine şahit olan Amerikalı bir gazetecinin ’’gelecekleri çocuklarına ÇAĞDAŞ yaşam sunabilmek adına Şehit olmak için ölüme giden bu askerlere sahip bir millet ASLA kaybetmez’’ yazısı işgalcileri çıldırtmıştı.
23 Nisan’ın Bayrama Dönüşü ve Şehit Çocukları
Meclis açıldıktan bir yıl sonra, 23 Nisan 1921’de Hakimiyet-i Milliye Bayramı ilan edildi. Bir tarafta Osmanlının borçları ödenirken Atatürk himayesinde kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, aracılığı ile nerdeyse geçinebilecek kadar parası olan aileler bile bir çocuğu sahiplendi 7 yılda 300 binden fazla şehit çocuğuna el uzatırken Türkiye, dünyanın en büyük ailesi olma yolunda önemli bir adım attı.
Günümüzde 23 Nisan: Anlam ve Sorumluluk
Son 23 yılda HASTA RAPORU alıp gibi AKePe yöneticisi PARTİLİ CUMHURBAŞKANI olarak törene katılmayanların hem Ulusal Egemenlik hem de Çocuk Bayramı olarak kutlanan 23 Nisan’ın gerçek anlamı, kendi çocuklarımızın yanında, bu ülke için canını feda edenlerin emanetlerine de sahip çıkmak, özünde KUTSAL vatan toprakları işgal edilmiş, göçmenlerle nüfusu ikiye katlanmış, toplum sefil halde - açlıktan kırılırken ve Kurtuluş savaşı - Sakarya Muharebeleri sırasında haysiyetsizce en küçük kızından dahada küçük çocuğun yaşını 3 yaş büyüterek Dolmabahçe sarayında BORÇ PARA ile ‘4. Düğününü’ yapan AHLAK YOKSUNU Vahdettin gibi çoğunun anneleri Türk ve müslüman olmayan Osmanlının küllerinden yaratılan yeni bir ULUS DEVLET kuran milletin yokluk, yoksulluk ve işgal içindeki direnişinin, kültürel zenginliğinin ve toplumsal dayanışmasının bir özetidir.
Bugün, yarınlarımız çocuklara lütfedilen bu VAROLUŞ destanı sonucu 23 Nisan milli bayramımızı kutlarken, tarihin bu zor zamanlarını ve bize miras kalan bu ender – eşsiz güzelliğin, Varlığımız sebebi Ulu Önder Aziz Atatürk fabrika ayarları ilkeleri doğrultusunda sorumluluğumuzu asla unutmamak gerekiyor.