Lübnanlaştırılmak istenen Türkiye ...
Son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmeler, yalnızca siyasi değil, toplumsal yapının da köklü bir değişime hazırlandığını gösteriyor. Seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınması, AKePeli Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni anayasa vurgusu ve sık sık tekrarlanan “Kürtler, Türkler, Araplar” ifadesi, artık Türkiye’de klasik ulus-devlet anlayışının terk edildiği bir döneme girildiğini resmen ortaya koyuyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi vatandaşlık temelinde tek bir millet anlayışına dayanıyordu. Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” diyerek bu kapsayıcı tanımı anayasaya yerleştirmişti. Ancak sözde milliyetci geçinen AKePe iktidarının ortağı - MHP ve bazı çevrelerin etkisiyle maalesef bu anlayış zamanla bir etnik kimliğe indirgenmiş, diğer kimlikler ise dışlanmaya başlanmış oldu.
AkePeli Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmalarında dile getirdiği yeni millet tanımı, anayasal düzeyde bir kimlik paylaşımı sistemini işaret ediyor. Bu yapı, tıpkı parçalanıp mahvolmuş Irak, Libya ve Suriye benzeri Lübnan’daki siyasi düzeni andırıyor. Orada olduğu gibi her etnik veya mezhebi grubun siyasi temsilcileri olacak, görev paylaşımı buna göre belirlenecek. Meclis Başkanı Sünni, Cumhurbaşkanı Maruni, Başbakan Şii formülü şimdi bizde de BOP planları doğrultusunda KAÇINILMAZ olarak: Kürt, Türk, Arap eksenli bir toplum yapılmaya çalışılıyor.
Kendi dili bile olmayan - birkaç asırlık yeni bir ülke Amerika Büyükelçisi'nin onbinlerce yıllık tarihimizi ne kadar bilebilmişse "Türkiye için en uygun model Osmanlı millet sistemidir !" açıklamasıyla, tıpkı Yahudi ÜSTÜN LİYAKAT nişanı almış, BOP Eşbaşkano DİPLOMASIZ – Ekonomist Erdoğan’ın millet tanımı arasında ciddi bir EŞ ZAMANLI paralellik görülüyor. Osmanlı'nın Kapıya kul - çok uluslu yapısı ve ümmet temelli yönetim anlayışı, sadece yaradana kulluk– eşitlik esaslı Cumhuriyet’in reddettiği bir modeldi. Çünkü bu sistem, eşit yurttaşlık yerine ayrımcılığı kurumsallaştırmıştı.
S’açılım halinde yeniden tekrarlanan ve sırf Anayasa değişikliği uğruna MÜCADELE yerine müzakere edilmesi gerek BEBEK KATİLİ Öcalan ve 50.000 den fazla candan sorumlu ELİ KANLI TERÖRİST PKK ile sorsan Barış süreci ! diye sunulan gelişmeler de samimi bir çözümden ziyade, sinsi – içten pazarlıklı siyasi mühendislik faaliyetleri izlenimi veriyor. BEBEK KATİLİ Abdullah Öcalan’a methiyeler düzülmesi, yandaş gazetecilerin figüran olarak kullanıldığı herbirini Erbil pazarında $ 15 a satın alınabilecek belkide çalışmaz silah bırakma törenleri, demokratik bir barıştan çok, kontrollü bir çözüm algısını besliyor. Barışın toplumsallaşması sağlanmadan, siyasetin kirli hesapları içinde yeniden bir şekillendirme yaşanıyor.
AKePe nin 2023 te ‘BEBEK KATİLİ öcalan ile işbirliği içinde dediği CHP için şimdi Barış istemiyorlar !’ dönüşü, aslında etkisizleştirilmeye çalışılan CHP'li belediyelere yönelik operasyonlar, Özgür Özel'in belediyelerle meşgul edilmesi ve yeni anayasa görüşmelerinden dışlanması, ana muhalefetin sistem dışı bırakılmak istendiğini gösteriyor. Oysa bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlike sadece anayasal bir değişiklik değil, aynı zamanda sosyolojik bir çözülmedir. Kimlikler üzerinden yapılan bu ittifaklar; liyakati, hukuku, eşit yurttaşlığı ve demokratik temsiliyeti kökünden tehdit ediyor. Yeni anayasa süreci eğer bu temelde ilerlerse, Türkiye artık bir “cumhuriyet” değil, kimlik pazarlıklarının şekillendirdiği bölgesel bir koalisyonlar ülkesi haline dönüşecektir.
Türkiye geleceğini şekillendirecek bu sürecin demokratik, eşitlikçi ve bütünleştirici bir temelden daha çok ayrıştırıcı, pazarlıkçı ve çıkar odaklı bir zeminde yürüyeceği planlanırken tablo maalesef “barış” adı altında yeni ayrımların ve kutuplaşmaların etkisinde parçalanmanın kurumsallaşmasına işaret ediyor.
Derleme kaynağı: https://www.youtube.com/watch?v=1y0fvQm5ROQ