Mersin escort Bodrum escort Bursa escort

Tuzla russian escort Alanya russian escort Kayseri russian escort Antalya russian escort Diyarbakır russian escort Anadolu yakası russian escort Adana russian escort Ataşehir russian escort Şirinevler russian escort Beylikdüzü russian escort Halkalı russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Samsun russian escort Avcılar russian escort Pendik russian escort Beylikdüzü russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Mersin russian escort Avrupa yakası russian escort Kocaeli russian escort Bodrum russian escort Bakırköy russian escort Kadıköy russian escort İzmir russian escort bayan Beşiktaş russian escort Eskişehir russian escort Bursa russian escort Şişli russian escort Şişli russian escort russian escort İzmir Gaziantep russian escort Ankara russian escort Denizli russian escort Samsun escort kızlar Malatya russian escort İzmir russian escorts Samsun russian escort

Guymak
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Tarihte Bu hafta
Köşe Yazarı
Tarihte Bu hafta
 

İstanbul'un işgalden kurtuluşu

              6 Ekim 1923 İstanbul’un İşgaline son: Pek kutlanılmayan İstanbul’un işgal kuvvetlerinden kurtuluşu öyküsünün çeşitli yönden incelemek gerekirse.. Halk Üzerindeki Negatif Etkileri: İşgalin Psikolojik Etkileri: Yenilmişlik, Korku ve Aşağılama Duygusu: Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından (30 Ekim 1918) kısa bir süre sonra, 13 Kasım 1918 sabahı Boğaz’a giren 55 parçalık İtilaf donanması, aralarında İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemileri de vardı, İstanbul halkında tarifsiz bir şok yarattı. O gün Dolmabahçe önlerine demirleyen gemilerin bacalarından yükselen duman, şehrin semalarında adeta “imparatorluğun sonu”nu simgeler gibiydi. Halkın büyük bir kesimi için bu durum yalnızca askeri bir işgal değildi; ruhsal olarak bir “çöküştü” Çünkü Yenilmişlik duygusu: 600 yıllık bir imparatorluğun başkenti, hiç çatışma olmadan yabancı güçlerin eline geçmişti. Bu, özellikle Osmanlı subayları ve ulema sınıfı için büyük bir utançtı. Korku ve belirsizlik: İşgal kuvvetlerinin şehre girişinden sonra binlerce insan geleceğinden emin olamadı. Evlerine el konulacağı, mallarının alınacağı, tutuklanacakları korkusu yayıldı. Aşağılama sahneleri: Beyoğlu ve Galata çevresinde, Türklerin sıradan hakaretlere maruz kaldığı olaylar yaşandı. İngiliz süvarileri caddelerde at koşturuyor, subaylar Pera Palas’ta sarhoş partiler veriyor, bazı kiliselerde işgal orduları için zafer ayinleri yapılıyordu. Bu sahneler halkın ruhunda derin yaralar açtı. Birçok tanık, 1919–1920 yıllarında İstanbul sokaklarında “başını eğerek yürüyen, sessiz, küskün” bir şehirden bahseder. Yahya Kemal bu dönemi “bir milletin başkentinde misafir değil, mahkûm gibi yaşadığı” zamanlar olarak tarif etmiştir.   Kaybedilenler: İşgal dönemi sadece psikolojik bir çöküntü yaratmadı; İstanbul’un siyasal, ekonomik ve kültürel hayatını kökten sarstı. Egemenlik Kaybı ve İdari Bozulma: İstanbul’da artık emirleri veren Osmanlı yönetimi değildi. İngiliz Yüksek Komiserliği, Babıâli’nin üstünde bir otorite haline geldi. Karar mekanizmaları fiilen İngiliz karargâhlarında alınmaya başlandı. Şehre giriş-çıkışlar denetim altına alındı. Boğazlar İngilizlerin kontrolündeydi. Türk zabıtası birçok bölgede yetkisiz hale getirildi.  İngiliz istihbarat birimleri, Osmanlı bürokratlarını ve aydınlarını izlemeye aldı. “Tehlikeli” görülen kişiler Malta’ya sürüldü (Malta Sürgünleri). Aralarında devlet adamları, subaylar, öğretmenler, gazeteciler ve milletvekilleri vardı. Ekonomik Kaybın Derinliği: Limanlar, gümrükler ve önemli gelir kaynakları işgal kuvvetlerinin denetimine geçti. Vergi gelirlerinin büyük bölümü fiilen yabancı güçlere aktı. Boğaz’dan geçen gemilerden alınan geçiş ücretleri artık Osmanlı hazinesine değil, İtilaf Devletleri’nin komisyonlarına gidiyordu. İstanbul esnafı büyük sıkıntıya düştü. İngiliz ve Fransız subaylarının lüks tüketimi, yerli halkın temel gıdaya erişimini zorlaştırdı. Karaborsa yaygınlaştı. Türk tüccarların mallarına el konulduğu ya da depoların İngiliz karargâhına dönüştürüldüğü olaylar kayıtlara geçti. Özellikle Galata’daki bazı hububat depoları, İngiliz donanmasının ikmal merkezi haline getirildi. Kültürel ve Sosyal Hayatın Bastırılması: Basın sansür altına alındı. Türk gazeteleri İngiliz Yüksek Komiserliği’nin izniyle yayın yapabiliyordu. İkdam, Tasvir-i Efkar ve Vakit gibi gazeteler defalarca kapatıldı veya sansürlendi. Milliyetçi yazılar yazan birçok gazeteci tutuklandı ya da sürgün edildi. Ahmet Emin Yalman, Yunus Nadi, Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler sürekli gözetim altındaydı. Tiyatro ve edebiyat hayatı ciddi bir durgunluğa girdi. Sanat salonları yabancı subayların eğlence mekânlarına dönüştü. Türkler bu alanlardan dışlandı. İşgal Ordularına Yardım Edenler: İşbirlikçi Gruplar ve Nedenleri İstanbul’un işgali döneminde, her toplumda olduğu gibi, bazı kesimler çeşitli nedenlerle işgal güçleriyle işbirliği yaptı. Bu işbirlikleri hem politik hem de ekonomik düzeydeydi. Damat Ferit Paşa Hükûmeti: Osmanlı padişahı VI. Mehmed Vahdettin’in atadığı Damat Ferit Paşa, İngilizlerle tam uyumlu bir politika izledi. Kuvayı Milliye hareketini “eşkıya” olarak nitelendirdi. İngilizlerin isteğiyle milliyetçi subayların tutuklanması için emirler verdi. Sevr Antlaşması’nı kabul etti, Anadolu direnişini bastırmak için İngiliz destekli “Kuvayı İnzibatiye” adlı bir kuvvet kurdurdu. Hürriyet ve İtilaf Partisi ve Bazı Bürokratlar: İttihatçılara karşı yıllardır kin besleyen bu grup, İngiliz işgalini “İttihatçıların cezalandırılması” olarak gördü. Bazı bürokratlar, İngilizlerle iyi geçinerek kendi konumlarını korumaya çalıştı. Azınlık Cemaatleri İçindeki Bazı Gruplar: Rum, Ermeni ve Levanten cemaatlerinin tümü değil, ama bazı unsurlar İngiliz ve Fransız birlikleriyle yakın ilişki kurdu.  Bazı Rum cemaatleri, İngiliz gemilerinin karşılanmasında bayraklarla gösteri yaptı.  Yunanistan’ın Megali İdea politikası çerçevesinde İstanbul’un Yunanistan’a bağlanmasını uman çevreler oldu.  Bazı azınlık okulları İngiliz subaylarına karargâh olarak tahsis edildi. Basın İşbirlikçiliği: Bazı gazeteler, İngiliz desteğiyle çıkarıldı. Örneğin Alemdar gazetesi, milli mücadele aleyhine yayınlar yaptı ve Kuvayı Milliye’yi kötüleyen yazılar yayımladı. Bu gazeteler, halkın moralini bozmak, Anadolu’daki direnişi itibarsızlaştırmak amacıyla kullanıldı.   Aslında: İstanbul’un İşgali, Ulusal Bilincin Uyanışına da Zemin Hazırladı Tüm bu olumsuzluklara rağmen, işgal dönemi Türk halkında güçlü bir milli tepki de doğurdu. Sessiz, içten bir öfke birikti. Boğaz’daki gemilere bakıp ağlayan gençler, bir gün o gemilerin gideceğine inanarak Anadolu’ya geçti. Birçok subay gizlice Mustafa Kemal Paşa’nın saflarına katıldı. Kadınlar evlerinde direnişçiler için gizli ağlar kurdu. İstanbul halkı bir süreliğine egemenliğini, özgürlüğünü ve kültürel canlılığını kaybetmişti; ama bu kayıplar, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte geri kazanıldı. 6 Ekim 1923 bu yüzden yalnızca bir “askeri tahliye tarihi” değil, halkın ruhunun yeniden doğduğu gündür. Sessiz ama Büyük Bir Zafer İstanbul… Yüzyıllar boyunca imparatorluklara başkentlik yapmış, kıtaların kavşağında bir incidir. 1918 Mondros Mütarekesi’yle birlikte Osmanlı Devleti’nin fiilen teslim olması, bu eşsiz şehri tarihin belki de en hüzünlü dönemine sürükledi. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgal birlikleri kenti parsel parsel ele geçirdiğinde, İstanbul halkı yüzyıllardır ilk kez kendi şehrinde “yabancı” durumuna düşmüştü. Ancak kader, bu şehre bir başka zafer de yazmıştı: 6 Ekim 1923’te İstanbul yeniden Türk ordusunun ayak sesleriyle uyanacak, işgal kuvvetleri savaşsız ama onurlu bir şekilde çekilecek ve İstanbul’un özgürlük günü tarihe geçecekti. Bu, top sesleriyle değil, diplomasiyle kazanılmış bir “sessiz zaferdi.” Neden 6 Ekim Geri Planda Kaldı? “Bunun temel nedeni, İstanbul’un kurtuluşunun bir çatışma değil, diplomatik bir devir teslimle gerçekleşmiş olması. İzmir’in kurtuluşu gibi zafer sahneleri yoktu. Belkide: Cumhuriyet’in ilanı, yeni devletin merkezinin Ankara olması, İstanbul’un bu büyük gününün gölgede kalmasına neden oldu. Uzun yıllar 6 Ekim sadece İstanbul Belediyesi tarafından kutlandı. Oysa bu tarih, ulusal egemenliğin tam anlamıyla tesis edildiği gündür. Ulu önder Aziz Atatürk’ün dediği gibi Egemenlik sadece savaş meydanlarında değil, şehir meydanlarında da kazanılır” unutmayalım.  

İstanbul'un işgalden kurtuluşu

 

 

 

 

 

 

 

6 Ekim 1923 İstanbul’un İşgaline son:

Pek kutlanılmayan İstanbul’un işgal kuvvetlerinden kurtuluşu öyküsünün çeşitli yönden incelemek gerekirse..

Halk Üzerindeki Negatif Etkileri:

İşgalin Psikolojik Etkileri: Yenilmişlik, Korku ve Aşağılama Duygusu: Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından (30 Ekim 1918) kısa bir süre sonra, 13 Kasım 1918 sabahı Boğaz’a giren 55 parçalık İtilaf donanması, aralarında İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemileri de vardı, İstanbul halkında tarifsiz bir şok yarattı. O gün Dolmabahçe önlerine demirleyen gemilerin bacalarından yükselen duman, şehrin semalarında adeta “imparatorluğun sonu”nu simgeler gibiydi.

Halkın büyük bir kesimi için bu durum yalnızca askeri bir işgal değildi; ruhsal olarak bir “çöküştü” Çünkü Yenilmişlik duygusu: 600 yıllık bir imparatorluğun başkenti, hiç çatışma olmadan yabancı güçlerin eline geçmişti. Bu, özellikle Osmanlı subayları ve ulema sınıfı için büyük bir utançtı. Korku ve belirsizlik: İşgal kuvvetlerinin şehre girişinden sonra binlerce insan geleceğinden emin olamadı. Evlerine el konulacağı, mallarının alınacağı, tutuklanacakları korkusu yayıldı. Aşağılama sahneleri: Beyoğlu ve Galata çevresinde, Türklerin sıradan hakaretlere maruz kaldığı olaylar yaşandı. İngiliz süvarileri caddelerde at koşturuyor, subaylar Pera Palas’ta sarhoş partiler veriyor, bazı kiliselerde işgal orduları için zafer ayinleri yapılıyordu. Bu sahneler halkın ruhunda derin yaralar açtı.

Birçok tanık, 1919–1920 yıllarında İstanbul sokaklarında “başını eğerek yürüyen, sessiz, küskün” bir şehirden bahseder. Yahya Kemal bu dönemi “bir milletin başkentinde misafir değil, mahkûm gibi yaşadığı” zamanlar olarak tarif etmiştir.

 

Kaybedilenler:

İşgal dönemi sadece psikolojik bir çöküntü yaratmadı; İstanbul’un siyasal, ekonomik ve kültürel hayatını kökten sarstı. Egemenlik Kaybı ve İdari Bozulma: İstanbul’da artık emirleri veren Osmanlı yönetimi değildi. İngiliz Yüksek Komiserliği, Babıâli’nin üstünde bir otorite haline geldi. Karar mekanizmaları fiilen İngiliz karargâhlarında alınmaya başlandı.

Şehre giriş-çıkışlar denetim altına alındı. Boğazlar İngilizlerin kontrolündeydi. Türk zabıtası birçok bölgede yetkisiz hale getirildi.  İngiliz istihbarat birimleri, Osmanlı bürokratlarını ve aydınlarını izlemeye aldı. “Tehlikeli” görülen kişiler Malta’ya sürüldü (Malta Sürgünleri). Aralarında devlet adamları, subaylar, öğretmenler, gazeteciler ve milletvekilleri vardı.

Ekonomik Kaybın Derinliği: Limanlar, gümrükler ve önemli gelir kaynakları işgal kuvvetlerinin denetimine geçti. Vergi gelirlerinin büyük bölümü fiilen yabancı güçlere aktı. Boğaz’dan geçen gemilerden alınan geçiş ücretleri artık Osmanlı hazinesine değil, İtilaf Devletleri’nin komisyonlarına gidiyordu. İstanbul esnafı büyük sıkıntıya düştü. İngiliz ve Fransız subaylarının lüks tüketimi, yerli halkın temel gıdaya erişimini zorlaştırdı. Karaborsa yaygınlaştı. Türk tüccarların mallarına el konulduğu ya da depoların İngiliz karargâhına dönüştürüldüğü olaylar kayıtlara geçti. Özellikle Galata’daki bazı hububat depoları, İngiliz donanmasının ikmal merkezi haline getirildi.

Kültürel ve Sosyal Hayatın Bastırılması: Basın sansür altına alındı. Türk gazeteleri İngiliz Yüksek Komiserliği’nin izniyle yayın yapabiliyordu. İkdam, Tasvir-i Efkar ve Vakit gibi gazeteler defalarca kapatıldı veya sansürlendi. Milliyetçi yazılar yazan birçok gazeteci tutuklandı ya da sürgün edildi. Ahmet Emin Yalman, Yunus Nadi, Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler sürekli gözetim altındaydı. Tiyatro ve edebiyat hayatı ciddi bir durgunluğa girdi. Sanat salonları yabancı subayların eğlence mekânlarına dönüştü. Türkler bu alanlardan dışlandı.

İşgal Ordularına Yardım Edenler: İşbirlikçi Gruplar ve Nedenleri İstanbul’un işgali döneminde, her toplumda olduğu gibi, bazı kesimler çeşitli nedenlerle işgal güçleriyle işbirliği yaptı. Bu işbirlikleri hem politik hem de ekonomik düzeydeydi.

Damat Ferit Paşa Hükûmeti: Osmanlı padişahı VI. Mehmed Vahdettin’in atadığı Damat Ferit Paşa, İngilizlerle tam uyumlu bir politika izledi. Kuvayı Milliye hareketini “eşkıya” olarak nitelendirdi. İngilizlerin isteğiyle milliyetçi subayların tutuklanması için emirler verdi. Sevr Antlaşması’nı kabul etti, Anadolu direnişini bastırmak için İngiliz destekli “Kuvayı İnzibatiye” adlı bir kuvvet kurdurdu.

Hürriyet ve İtilaf Partisi ve Bazı Bürokratlar: İttihatçılara karşı yıllardır kin besleyen bu grup, İngiliz işgalini “İttihatçıların cezalandırılması” olarak gördü. Bazı bürokratlar, İngilizlerle iyi geçinerek kendi konumlarını korumaya çalıştı.

Azınlık Cemaatleri İçindeki Bazı Gruplar: Rum, Ermeni ve Levanten cemaatlerinin tümü değil, ama bazı unsurlar İngiliz ve Fransız birlikleriyle yakın ilişki kurdu.  Bazı Rum cemaatleri, İngiliz gemilerinin karşılanmasında bayraklarla gösteri yaptı.  Yunanistan’ın Megali İdea politikası çerçevesinde İstanbul’un Yunanistan’a bağlanmasını uman çevreler oldu.  Bazı azınlık okulları İngiliz subaylarına karargâh olarak tahsis edildi.

Basın İşbirlikçiliği: Bazı gazeteler, İngiliz desteğiyle çıkarıldı. Örneğin Alemdar gazetesi, milli mücadele aleyhine yayınlar yaptı ve Kuvayı Milliye’yi kötüleyen yazılar yayımladı. Bu gazeteler, halkın moralini bozmak, Anadolu’daki direnişi itibarsızlaştırmak amacıyla kullanıldı.

 

Aslında: İstanbul’un İşgali, Ulusal Bilincin Uyanışına da Zemin Hazırladı

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, işgal dönemi Türk halkında güçlü bir milli tepki de doğurdu. Sessiz, içten bir öfke birikti. Boğaz’daki gemilere bakıp ağlayan gençler, bir gün o gemilerin gideceğine inanarak Anadolu’ya geçti. Birçok subay gizlice Mustafa Kemal Paşa’nın saflarına katıldı. Kadınlar evlerinde direnişçiler için gizli ağlar kurdu.

İstanbul halkı bir süreliğine egemenliğini, özgürlüğünü ve kültürel canlılığını kaybetmişti; ama bu kayıplar, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte geri kazanıldı. 6 Ekim 1923 bu yüzden yalnızca bir “askeri tahliye tarihi” değil, halkın ruhunun yeniden doğduğu gündür.

Sessiz ama Büyük Bir Zafer

İstanbul… Yüzyıllar boyunca imparatorluklara başkentlik yapmış, kıtaların kavşağında bir incidir. 1918 Mondros Mütarekesi’yle birlikte Osmanlı Devleti’nin fiilen teslim olması, bu eşsiz şehri tarihin belki de en hüzünlü dönemine sürükledi. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgal birlikleri kenti parsel parsel ele geçirdiğinde, İstanbul halkı yüzyıllardır ilk kez kendi şehrinde “yabancı” durumuna düşmüştü. Ancak kader, bu şehre bir başka zafer de yazmıştı: 6 Ekim 1923’te İstanbul yeniden Türk ordusunun ayak sesleriyle uyanacak, işgal kuvvetleri savaşsız ama onurlu bir şekilde çekilecek ve İstanbul’un özgürlük günü tarihe geçecekti. Bu, top sesleriyle değil, diplomasiyle kazanılmış bir “sessiz zaferdi.”

Neden 6 Ekim Geri Planda Kaldı? “Bunun temel nedeni, İstanbul’un kurtuluşunun bir çatışma değil, diplomatik bir devir teslimle gerçekleşmiş olması. İzmir’in kurtuluşu gibi zafer sahneleri yoktu. Belkide: Cumhuriyet’in ilanı, yeni devletin merkezinin Ankara olması, İstanbul’un bu büyük gününün gölgede kalmasına neden oldu. Uzun yıllar 6 Ekim sadece İstanbul Belediyesi tarafından kutlandı. Oysa bu tarih, ulusal egemenliğin tam anlamıyla tesis edildiği gündür. Ulu önder Aziz Atatürk’ün dediği gibi Egemenlik sadece savaş meydanlarında değil, şehir meydanlarında da kazanılır” unutmayalım.

 
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.