Dil Varsa Millet Var:
Türk Dil Kurumu (TDK) Kuruluş: 12 Temmuz 1932 (adı: Türk Dili Tetkik Cemiyeti) olarak “Türk dilinin öz güzelliği ve zenginliğini meydana çıkarmak; onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek.” Atatürk’ün talimatıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu ve 1982 Anayasasında 134. madde 2876 sayılı Kanun ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altında yeni statü kazandı.
Türk Tarih Kurumu (TTK) Kuruluş: 15 Nisan 1931 (adı: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti)
olarak Türk ve Türkiye tarihini bilimsel yöntemlerle araştırmak, Türklerin uygarlığa katkılarını ortaya koymak ve sonuçları yayımlamak için kuruldu ve 1982 Anayasası md.134 ve 2876 sayılı Kanun ile Yüksek Kurum bünyesinde anayasal statü; günümüzde de aynı çatı altında toplandı.
Yusuf Has Hâcip’in “İnsanda dilince değişir kader; ya yurda baş olur ya başı gider” sözü, bugün Türkçenin başına gelenleri anlamak için güçlü bir başlangıç. Dili yaşarsa millet yaşar; devlet olmasa bile millet tarih sahnesinde varlığını sürdürebilir. Fakat dil bozulduğunda, devlet yerinde dursa da millet niteliğini yitirir; kalabalığa dönüşür.
1) Ölçünlü Dil Neden Gerekli: Yöresel ağızlar zenginliktir; ancak topluma hitap eden mesleklerde ortak bir ölçü gerekir. Spiker, sunucu, devlet adamı, öğretmen, hukukçu, akademisyen gibi kamu önünde konuşanların konuşma birliği sağlar. Bir zamanlar TRT’nin doğru telaffuzları, sokağın dilini de iyileştirirdi. Lakin ANAP döneminde yozlaşan Özel Tv kanalları, internet ve sosyal medya ile “herkes kamera karşısında konuşur” hâle gelince, ölçü dağıldı; argo ve yanlış telaffuzlar yaygınlaştı.
Türkçe “yazıldığı gibi kalıp okunan” bir dil değildir; her zengin diller gibi istisnaları vardır. “Geleceğim” örneğinde yumuşak ‘g’ daralma-uzama yaratır; “kâğıt” gibi istisnalar da bunu gösterir. Telaffuz değişir; dün “çünki” yaygınken bugün “çünkü” doğrudur. “Sarımsak” ile eski “sarîmsak” gibi çift kullanım dönemleri bulunabilir; eskinin doğru telaffuzunu kullananı da toptan yanlış sayamayız.
2) Kelime Daralırsa Düşünce de Daralır: Dil, duygunun ve düşüncenin aynasıdır. Sözlük dağarcığı fakirleştiğinde, duygu ve fikir de yüzeyselleşir. Her şeyi “aynen”, “okey” gibi asalak sözlerle karşılamak; “başlamak” yerine “start vermek”, “onayladım” yerine “okeyledim” demek, ifade olanaklarını daraltır. Türkçe ise dünyadaki en üretken eklemeli dillerden biridir. Örneğin “Söylememişmişim” gibi bir tek kelimeye, birkaç katmanlı zaman-anlatıcı bilgisi sığdırabilir. Dilin matematiği ve türetme gücü, onu günlükten edebiyata her sahada verimli kılar.
3) Sadeleşme Evet fakat Köksüzleşmeye Hayır: Tarih boyunca Türkçe 11 devlet ve 17 beylik kurduğumuz İran’da Farsça, Arapça, sonrasında Fransızcayla temas etti. Millî Edebiyat ve Cumhuriyet dönemlerindeki sadeleşme hamleleri, dili gereksiz tamlamalardan arındırdı; fakat bazen aşırıya kaçılarak halkın benimsediği kelimeler de dışlandı. Oysa kullanmaya başladığımız – kabul edilen “kelime” artık bizimdir. Onu kökeni Arapça diye dışlamak, dili fakirleştirir. Büyük diller ödünçlemelerle büyür; İngilizce’den kökeni İngilizce olmayan kelimeleri atsak dilin çoğu gider. Sadeleşme, karşılığı olmayan terimler için değil; gereksiz yabancılaşma için yapılmalı.
4) Dil–Görgü–Toplum Üçgeni: Dil bozulması, tek başına bir telaffuz meselesi değil; görgü ve nezaketin de çözülmesidir. “Edep” hatırlanmadığında, “samimiyet” ile “patavatsızlık” karışır; argo normalleşir; saygı ilişkileri erozyona uğrar. Oysa bir toplumun birlik duygusu, hitap biçimlerinden başlar “Hanım-bey” gibi kavramlar - ince mesafe koyan sözcükler, nezaketi eksiltmez; tam tersine latif bir çerçeve kurar. Kültürel hafıza, dildeki inceliklerle taşınır.
5) Eğitim ve Medya Sorumluluğu: Ölçünlü dilin korunması, yalnız bireye bırakılamaz. Medya ve dizi sektörünün dili hoyrat kullanması, milyonlara olumsuz örnek oluyor. Diksiyon ve telaffuz eğitimi, yalnız spiker kurslarının konusu değil; öğretmen yetiştirme programlarının ve kamu görevlisi eğitimlerinin de parçası olmalı. Genç kuşaklara iyi metinler okutmak şart: Halit Ziya’dan Sait Faik’e, Yakup Kadri’den Tarık Buğra’ya; Peyami Safa, Tanpınar, Ömer Seyfettin ve Cumhuriyet dönemi yazarları, hem söz varlığını hem cümle terbiyesini geliştirir.
6) Masal, Destan ve Kadın Figürü: Kendi anlatı evrenimize dönmek, dilin duygusunu tazeler: Dede Korkut’tan Oğuz Kağan’a, Ergenekon ve Bozkurt’tan Anadolu masallarına kadar geniş bir yelpaze var. Yaratılış destanında “Ak Ana” öyküsünde Tanrı’ya yaratma ilhamı vermesi gibi sahneler, Türk kültüründe kadının kurucu rolünü hatırlatır. Bu mirasın bugünün diline taşınması, hem kelime dünyamızı hem özsaygımızı besler.
7) Ne Yapmalı ? diye sorulsa: Ölçünlü dili kamu önünde konuşan tüm mesleklerde asgari standart yapmalı. Okullarda okuma listelerini güçlendirip iyi yazarlarla söz varlığını genişletmeli, Medyada dil danışmanlığı ve telaffuz editörlüğü kurumsallaşmalı, Kamu kampanyalarıyla “asalak söz” farkındalığı (aynen, okey vb.) içi boş kelimelere duyarlılık artırılmalı, Yöresel ağızlar saygıyla yaşatılırken, ortak mecra için DÜZGÜN TÜRKÇE korunup öğretilmeli, Dijital platformlarda kısa, anlaşılır, doğru telaffuz videoları üretip yaygınlaştırmalı.
UNUTMA - Dil ile Millet Korunur.
Türkçe zarif, âhenkli ve üretken bir dildir; “kadın” gibi müşfik ama disiplinli “mühendis titizliğinde” bir matematiğe sahip. Onu hoyratça yabancı sözcüklerle yamamak, ne modernliktir ne özgüven. Asıl özgüven, dili geliştirerek dünyaya açılmaktır. Dil devletten önce gelir: Dili sağlam olan toplum, sarsılsa da yeniden doğrulur. O hâlde mesaj net: Kelimeyi büyüt, sesi incelt, üslubu güzelleştir. Çünkü dil varsa, millet vardır.
Bir milletin, Dili yaşıyorsa devletsiz kalsa bile o millet tarih sahnesinde HER ZAMAN vardır. Yarın tekrar – tarih boyu her defasında daha güçlüsünü kurmuş TÜRK geleneği ile yeniden devlet kurulabilir. Ama dilini bozduysanız, devleti de olsa artık orada bir millet yoktur. Millet vasfı kalmamış o yığını istediğiniz yere sürükleyebilirsiniz. Kelimeler ile dil ve birlikte duygu ve düşünceler de daralıyor. Hiçbir duyguda derinleşmiyoruz. Bakıyoruz: “Bugün çok aşığım” diyor; yarın ona ihanet edip bir başkasına “çok aşığım” diyor. Maalesef sevgiyi de, dostlukları da; vatana bağlılığı da, millet aşkını da, Nefreti, kini, düşmanlığı da böyle yaşıyoruz. Artık herbiri diğerinden SAPKIN son 20 yıllık AİLE REZALETİ programlarda, Hiçbir spiker, sunucu ya da program konuğu zaten bozuk, yanlış bir telaffuzla konuşmaları ile bitmiş halde. Oysa önceleri Sokaktaki insan bir kelimenin nasıl telaffuz edileceği konusunda önceleri TRT’yi referans alırdı ve duydukları ile herkes doğru konuşurdu.
Ne zaman ki Siyasi partiler kontrolünde özel kanallar hayatımıza girdi; akabinde internet yayıncılığı, sosyal medya ortaya çıktı ve herkes, her kameranın karşısına geçen konuşmaya ve REZİLLİK başladı. Son 23 yıldır kasıtlı olsa gerek sürekli değişen ve artık tümü yozlaştırmada yarışan Cemaat – Tarikat etkili Türkçe dili, artık Ortaokul çağındaki çocuklar arkadaşlar, komşularda … görülüyor. Hepsi o kadar bozuk, çirkin ve mafyatik rezil çoğu yöresel jargonlu bir Türkçeyle konuşuyor ki, bunları duya duya toplum düzgün Türkçeden uzaklaştı ve o bozuk, argo, kaba saba sözlerle ŞAPŞAL gibi ne olduğu beşlirsiz cümlelerle konuşmaya başladı.
Maalesef önceliği kendi dilini tam öğrenmeden - inancı Kuranı bile anlayamayacak aptallar yetiştiren merdiven altı kaçak kurslar örneği ile artık Devlet adamları, hukukçular, akademisyenler, öğretmenler; neredeyse program sunucuları, spikerler bile başkalarının anlayamayacağı yöresel ağızlarla dangalAKPudracı jenerasyon denilen şekilde konuşuyor ve biz Türkçedeki olması gerek standardımızı kaybediyoruz. İşte “çüş, yuh” derken, Kavramların hem içi boşaldı ara ara argo serpiştirip popüler kültürden alkış alma kendi dilini bile konuşamayan zırcahil – görgüsüz güruh gayreti, aslında toplumların mahvedilme projesidir. Samimiyet, dobralık ve patavatsızlık… Bu üçü eşit, aynı mı ?. Eskiden “edep, edep yahu” dedirtmeyecek hâl ve davranışlardır ve bilgiden çok daha kıymetli şey görgüdür - onsuz insan allâme-i cihan olsa da o, bir değer ifade edemez’’ denirdi.
Üç kuruşluk menfaat için edeb, terbiye ve ruhunu satanlar, ana dili onbinlerce yıllık - tarihin en eski dili Türkçeyi unutanlar - aslında ruhunu satmış - yarının hiçleri olmaktan kurtulamayacaklar.