Tolstoy "Anna Karenina" Romanı
Yerli veya yabancı kültürlerde insanların evrensel değerler sayılabilir değerlerle nasıl yaşadığını anlama adına kitap okuma, anlayabilme çok önemli bir sosyal alışkanlıktır.
1877 yılında yayımlanan Anna Karenina adlı eseri Lev Tolstoy’un Dünyası ve Romanın Yeri 19. yüzyıl Rus aristokrasisinin yaşam tarzını, ahlaki değerlerini ve çelişkilerini işleyen derinlikli bir romandır. Hem bir aşk hikâyesi hem de bir toplumsal eleştiridir. Tolstoy’un ünlü giriş cümlesi "Mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine özgüdür" cümlesi, eserin tematik özeti gibidir.
Ana Karakterler ve Temel İlişkilerin işlendiği yazıtta: Anna Karenina: Güzelliği ve zarafetiyle tanınan evli bir kadındır. Kocası Aleksey Karenin ile resmi ama duygusuz bir evliliği vardır. Kont Vronski: Genç, yakışıklı bir subay. Evli çocuk sahibi Anna ile büyük bir tutkuya kapılır. Levin: Toprak sahibi bir aydındır. Roman boyunca ahlak, aile, kırsal yaşam ve Tanrı gibi temaları sorgular.
Kitty: Levin’in sevdiği kadın. Başta Vronski’ye ilgi duysa da sonunda Levin’le evlenir.
Anna, erkek kardeşi Stepan’ın evliliğini kurtarmak için Moskova’ya gelir. Burada Kont Vronski ile tanışır. Aralarındaki tutku kısa sürede büyür. Anna, Vronski için hem kocasını hem de toplumdaki konumunu riske atar. Eşi Karenin, devlet memuriyetinde ciddi bir adamdır. Duygusuz ama düzenli bir yaşantıya inanır. Anna’nın duygusal boşluğunu anlamaz. Anna, Karenin’le yaşadığı evliliğin manevi yıkıcılığından uzaklaşmak ister. Vronski bu boşluğu doldurur. Ancak Karenin, eşinden boşanmaya karşıdır.
Aşk, Toplum ve Ahlak Yargısı çok güzelce işlenirken Anna, Vronski’yle açık bir ilişki yaşamaya başlar. Ancak Rus aristokrasisi, Anna’yı dışlamaya başlar. Anna'nın çevresindeki tüm kadınlar ondan uzaklaşır. Aşkı uğruna toplumdan aforoz edilir. Bu dışlanmışlık, Anna’nın ruhsal çöküşünün başlangıcıdır.
Kitapta önemli karakterlerden Levin, kentli yaşamın yüzeyselliğinden bıkmıştır. Kırsalda sade bir yaşam sürerek hayatın anlamını arar. Köylülerin emeği, doğanın ritmi ve sade yaşam Tolstoy’un ideallerini yansıtır. Levin’in evlenme çabaları, içsel arayışı ve inancı romanın felsefi omurgasını oluşturur.
Anna, Vronski’den hamile kalır. Bu olaydan sonra Karenin daha da katı bir tutum sergiler. Toplum baskısı ve iç çelişkiler Anna’yı yıpratır. Vronski ile İtalya’ya gitse de aradığı huzuru bulamaz. Dönüşlerinde ilişkileri yavaş yavaş sarsılmaya başlar.
Romanda Anna karakteri üzerinden 19. yüzyıl Rusya’sında kadının konumu tartışılır. Sevgi, evlilik, annelik ve sosyal onur gibi kavramlar arasında sıkışan Anna, toplumun ikiyüzlü ahlakı ile yüzleşir. Kadının birey olarak var olmasının önündeki engeller vurgulanır. Özellikle Vronski, Anna ile ilişkisine tutkuyla başlasa da zamanla toplumsal baskılardan etkilenerek geri çekilmeye başlar. Anna’nın paranoyaları, kıskançlığı ve çevreden kopukluğu bu süreci hızlandırır. Aralarındaki sevgi, yıkıcı bir bağımlılığa dönüşür.
Alıştığı çevresinden tamamen kopan Anna’ya göre artık Toplum, ailesi ve Vronski onu terk etmiştir. Bu yalnızlık içinde, Romanın en çarpıcı ve trajik sahnesi - bir tren istasyonunda intihar eder ve hayatına son verir. Aslında Anna’nın ölümü, toplumsal dışlanmışlığın ve duygusal boşluğun sembolüdür.
Romanın ikinci bölümünde, Levin’in hayatı paralel olarak anlatılır. Başta inançsız olan Levin, evliliği ve çocuğunun doğumu ile Tanrı’ya ve yaşamın anlamına dair derin bir kavrayışa ulaşır. Roman, Levin’in aydınlanmasıyla umut dolu bir şekilde sonlanırken, Tolstoy, farklı karakterler üzerinden aşkı çeşitlendirir: Anna-Vronski: Tutkulu, yıkıcı aşk, Levin-Kitty: Sabırlı, sade ve derin aşk ve Stepan-Dolly: ilişkilerinde Aldatmalarla yıpranmış ama sürdürülen evlilik Bu farklılıklar, aşkın yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda bir değerler bütünü olduğunu gösterir.
Romanın Yapısı ve Anlatım Tarzı: Tolstoy, çok katmanlı bir anlatım kullanır. Olay örgüsünü iç monologlarla ve karakter analizleriyle derinleştirir. Geniş bir karakter kadrosu, detaylı mekan betimlemeleri ve felsefi sorgulamalar, romanı klasik yapan başlıca özellikleri olarak vurgulanırken, Toplumun İki Yüzlü Ahlakı: Roman boyunca görülen en güçlü eleştirilerden biri toplumun ikiyüzlülüğüdür. Erkeklerin yaptıkları affedilirken, kadınlar en küçük hata nedeniyle cezalandırılır. Anna, bu çifte standardın kurbanıdır. Tolstoy, bu durumu dramatik biçimde işler.
Sonuç olarak: Anna Karenina, yalnızca trajik bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda toplumun kadına, aşka, evliliğe ve ahlaka bakışını sorgulayan bir eserdir.
Türk yazarları ile kıyaslandığında:
Tolstoy’un Anna Karenina romanı, dönemsel olarak ve tematik derinliği açısından Tanzimat sonrası ve Servet-i Fünun dönemi Türk edebiyatındaki yazarlarla benzerlik gösterir.
Halit Ziya Uşaklıgil: Aşk-ı Memnu romanı, Anna Karenina ile çok sık karşılaştırılır. Her iki eser de evli bir kadının yasak aşkı üzerinden toplumsal değerlerle çatışmasını anlatır.
Namık Kemal (dolaylı olarak): Tolstoy gibi birey-toplum ilişkisine, özgürlük ve ahlak meselelerine eğilmiş olsa da, Namık Kemal daha çok politik ve ideolojik zeminde durur. Fakat bireyin çatışmasını merkeze alması yönüyle Anna Karenina'daki bireysel trajediyle örtüşen bazı izlekler taşır (örneğin İntibah romanı).
Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası, toplumsal yüzeyselliği hicvederken; Anna Karenina daha trajik ve içsel bir çözülmeye odaklanır. Yine de dönemin Batı’ya yönelen edebiyat anlayışı açısından paralellikler kurmak mümkündür.
Mehmet Rauf’un Eylül romanı da aşk, iç çatışma ve melankoli ekseninde Anna Karenina’ya duygu düzeyinde yaklaşır.
Keza Dönemin avrupa yazarları ile kıyaslandığında:
Gustave Flaubert (Fransa) En benzer eseri: Madame Bovary (1857) Hardy (İngiltere) Benzer eserleri: Tess of the d’Urbervilles (1891), Jude the Obscure (1895)
George Eliot (Mary Ann Evans) (İngiltere) Benzer eserleri: Middlemarch (1871–72)
Émile Zola (Fransa) Benzer eserleri: Thérèse Raquin (1867), Nana (1880)
Theodor Fontane (Almanya) Benzer eseri: Effi Briest (1894–95 … olarak örneklendirilebilir ..