Mersin escort Bodrum escort Bursa escort

Tuzla russian escort Alanya russian escort Kayseri russian escort Antalya russian escort Diyarbakır russian escort Anadolu yakası russian escort Adana russian escort Ataşehir russian escort Şirinevler russian escort Beylikdüzü russian escort Halkalı russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Samsun russian escort Avcılar russian escort Pendik russian escort Beylikdüzü russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Mersin russian escort Avrupa yakası russian escort Kocaeli russian escort Bodrum russian escort Bakırköy russian escort Kadıköy russian escort İzmir russian escort bayan Beşiktaş russian escort Eskişehir russian escort Bursa russian escort Şişli russian escort Şişli russian escort russian escort İzmir Gaziantep russian escort Ankara russian escort Denizli russian escort Samsun escort kızlar Malatya russian escort İzmir russian escorts Samsun russian escort

Guymak
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Anasayfa Yazarlar DeMa Yazı Detayı Bu yazı 636 kez okundu.
DeMa
Köşe Yazarı
DeMa
 

Felaketin habercisi gibi

      1960’tan Ders Alınmadıysa ! Toplumun Hafıza kaybı ve Tekrarın Dramı olabilirmi diye düşünmemek elde değil. Önceki örnekleri ile Tarih bize sık sık şunu gösterir: ders alınmayan her yanlış, başka bir dönemde benzer şekilde karşımıza çıkar. Türkiye siyasal hayatında bu döngünün en belirgin örneklerinden biri, 1960 İhtilali öncesinde Demokrat Parti’nin uygulamaları ile 2000’li yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar pratiği arasındaki benzerliklerdir. Her iki dönemde de bireysel vicdan hürriyeti ve dini değerler üzerinden siyaset öne çıkarılmış, otoriterleşme eğilimleri belirginleşmiş, muhalefete ve basına karşı baskılar artmıştır. 1. Demokrat Parti Dönemi (1950–1960) 14 Mayıs 1950 seçimleri ile Demokrat Parti (DP), İsmet İnönü liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’ni mağlup ederek iktidara geldi. Bu, Türkiye’nin çok partili hayatında ilk kez “iktidar değişimi” anlamına geliyordu. Başlangıçta özgürlükçü bir hava hâkimdi. Ancak 1954 seçimlerinden sonra iktidar mutlak çoğunluğu ele geçirince muhalefete tahammülsüzlük başladı. Basın yasaları sertleştirildi, muhalefet mitingleri engellendi, üniversiteler ve yargı üzerinde baskı arttı. Dini hayat siyasetin merkezine daha çok çekildi. Ezanın manasını anlamayan halka Arapça okunmasının yeniden serbest bırakılması (1950) gibi adımlar geniş kesimlerden destek aldı. Ancak bu süreç, din üzerinden meşruiyet devşirme eğilimine dönüştü.1959’da kurulan Tahkikat Komisyonu ile muhalefetin sesini kısmak isteyen DP, otoriterleşmenin son adımını attı. Bu komisyon adeta yasama, yürütme ve yargı üzerinde sınırsız yetkiye sahipti. Sonuç: 27 Mayıs 1960 Darbesi, halkın özgürlük taleplerine kulak tıkayan, baskıyı artıran ve dini söylemi siyasetin merkezine yerleştiren DP iktidarına bir tepki olarak geldi. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. 2. AKePe Dönemi (2002– … ) 3 Kasım 2002 seçimleri ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKePe), halkın ekonomik krizden çıkış arzusunu ve dini-muhafazakâr değerleri siyasetin merkezine koyarak iktidara geldi. İlk yıllarda demokratikleşme ve AB reformları gündeme geldi. Ancak 2007 sonrasından itibaren iktidar gücünü pekiştirdikçe DP’ye benzer şekilde otoriterleşme eğilimi arttı. 2010 Referandumu ile yargı bağımsızlığı zedelendi, iktidar lehine güçler dengesi bozuldu. Basın ve ifade özgürlüğü daraltıldı. Cumhuriyet tarihinin EN ÖNEMLİ olaylarından 2013 Gezi Parkı olaylarına geniş çaplı tepki veren halk süreci maalesef, bugün AKePe’nin kimyasını bozan 16.5 MİLYON kişinin seçtiği CUMHURBAŞKANI Ekrem İmamoğlu’na 19 Mart’ta yapılan DARBE konusunu meydanlara taşıyan CHP gibi sahip çıkamadı – sürdüremeyince Protestocular sert şekilde bastırıldı. 2016’daki darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL), demokratik mekanizmaları daha da zayıflattı. On binlerce kamu çalışanı ihraç edildi, çok sayıda muhalif gözaltına alındı.Din, tıpkı DP döneminde olduğu gibi, siyasi meşruiyetin temel dayanaklarından biri haline getirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sık sık dini referanslarla politikalarını temellendirdi. Sonuç: AKP iktidarı, uzun süreli yönetiminde demokrasi ve bireysel özgürlükler konusunda ciddi eleştiriler aldı. Özellikle muhalefete baskı ve yargının tarafsızlığının yitirilmesi, DP dönemini hatırlatan bir tablo ortaya çıkardı. 3. Halkın Sorumluluğu: Sessiz Kalmak mı, Ders Çıkarmak mı? Hem Demokrat Parti’nin yükselişi hem de AKePe’nin uzun süreli iktidarı, geniş halk kitlelerinin özgürlük ve demokrasi yerine dini ve duygusal söylemlere daha fazla prim vermesiyle mümkün oldu. 1960 öncesinde DP’ye koşulsuz bağlılık gösteren kitleler, baskıcı politikaları görmezden geldiği gibi, 2000’li yıllarda da benzer şekilde, AKePe’nin otoriterleşme eğilimleri karşısında önemli bir kesim sessiz kaldı ve “Tarihten ders almayan siyasetçiler mi suçlu, yoksa aynı hataları tekrar etmelerine göz yuman halk mı ?” sorusu akla geldi. Sonuç: Tekerrürün Bedeli Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, hafıza kaybı sorununu çok net şekilde ortaya koymaktadır. 1960 öncesinde yaşananlar, yıllar sonra neredeyse aynı biçimde tekrar edilmiştir.  Tıpkı: DP’nin baskıcı politikaları 1960 ihtilalini doğurduğu gibi AKePe’nin baskıcı politikaları ise toplumsal kutuplaşmayı, demokrasi krizini ve derinleşen devlet–halk güvensizliğini ortaya çıkardı. Eğer toplum geçmişten ders çıkarılmazsa, aynı hataların tekrar edilmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle sorumluluk yalnızca siyasetçilerde değil, keza tarihini unutan ve hesap sormaktan korkan halkta aranmalıdır.   1960’tan Ders Alınmadıysa ! Toplumun Hafıza kaybı ve Tekrarın Dramı olabilirmi diye düşünmemek elde değil. Önceki örnekleri ile Tarih bize sık sık şunu gösterir: ders alınmayan her yanlış, başka bir dönemde benzer şekilde karşımıza çıkar. Türkiye siyasal hayatında bu döngünün en belirgin örneklerinden biri, 1960 İhtilali öncesinde Demokrat Parti’nin uygulamaları ile 2000’li yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar pratiği arasındaki benzerliklerdir. Her iki dönemde de bireysel vicdan hürriyeti ve dini değerler üzerinden siyaset öne çıkarılmış, otoriterleşme eğilimleri belirginleşmiş, muhalefete ve basına karşı baskılar artmıştır. 1. Demokrat Parti Dönemi (1950–1960) 14 Mayıs 1950 seçimleri ile Demokrat Parti (DP), İsmet İnönü liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’ni mağlup ederek iktidara geldi. Bu, Türkiye’nin çok partili hayatında ilk kez “iktidar değişimi” anlamına geliyordu. Başlangıçta özgürlükçü bir hava hâkimdi. Ancak 1954 seçimlerinden sonra iktidar mutlak çoğunluğu ele geçirince muhalefete tahammülsüzlük başladı. Basın yasaları sertleştirildi, muhalefet mitingleri engellendi, üniversiteler ve yargı üzerinde baskı arttı. Dini hayat siyasetin merkezine daha çok çekildi. Ezanın manasını anlamayan halka Arapça okunmasının yeniden serbest bırakılması (1950) gibi adımlar geniş kesimlerden destek aldı. Ancak bu süreç, din üzerinden meşruiyet devşirme eğilimine dönüştü.1959’da kurulan Tahkikat Komisyonu ile muhalefetin sesini kısmak isteyen DP, otoriterleşmenin son adımını attı. Bu komisyon adeta yasama, yürütme ve yargı üzerinde sınırsız yetkiye sahipti. Sonuç: 27 Mayıs 1960 Darbesi, halkın özgürlük taleplerine kulak tıkayan, baskıyı artıran ve dini söylemi siyasetin merkezine yerleştiren DP iktidarına bir tepki olarak geldi. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. 2. AKePe Dönemi (2002– … ) 3 Kasım 2002 seçimleri ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKePe), halkın ekonomik krizden çıkış arzusunu ve dini-muhafazakâr değerleri siyasetin merkezine koyarak iktidara geldi. İlk yıllarda demokratikleşme ve AB reformları gündeme geldi. Ancak 2007 sonrasından itibaren iktidar gücünü pekiştirdikçe DP’ye benzer şekilde otoriterleşme eğilimi arttı. 2010 Referandumu ile yargı bağımsızlığı zedelendi, iktidar lehine güçler dengesi bozuldu. Basın ve ifade özgürlüğü daraltıldı. Cumhuriyet tarihinin EN ÖNEMLİ olaylarından 2013 Gezi Parkı olaylarına geniş çaplı tepki veren halk süreci maalesef, bugün AKePe’nin kimyasını bozan 16.5 MİLYON kişinin seçtiği CUMHURBAŞKANI Ekrem İmamoğlu’na 19 Mart’ta yapılan DARBE konusunu meydanlara taşıyan CHP gibi sahip çıkamadı – sürdüremeyince Protestocular sert şekilde bastırıldı. 2016’daki darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL), demokratik mekanizmaları daha da zayıflattı. On binlerce kamu çalışanı ihraç edildi, çok sayıda muhalif gözaltına alındı.Din, tıpkı DP döneminde olduğu gibi, siyasi meşruiyetin temel dayanaklarından biri haline getirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sık sık dini referanslarla politikalarını temellendirdi. Sonuç: AKP iktidarı, uzun süreli yönetiminde demokrasi ve bireysel özgürlükler konusunda ciddi eleştiriler aldı. Özellikle muhalefete baskı ve yargının tarafsızlığının yitirilmesi, DP dönemini hatırlatan bir tablo ortaya çıkardı. 3. Halkın Sorumluluğu: Sessiz Kalmak mı, Ders Çıkarmak mı? Hem Demokrat Parti’nin yükselişi hem de AKePe’nin uzun süreli iktidarı, geniş halk kitlelerinin özgürlük ve demokrasi yerine dini ve duygusal söylemlere daha fazla prim vermesiyle mümkün oldu. 1960 öncesinde DP’ye koşulsuz bağlılık gösteren kitleler, baskıcı politikaları görmezden geldiği gibi, 2000’li yıllarda da benzer şekilde, AKePe’nin otoriterleşme eğilimleri karşısında önemli bir kesim sessiz kaldı ve “Tarihten ders almayan siyasetçiler mi suçlu, yoksa aynı hataları tekrar etmelerine göz yuman halk mı ?” sorusu akla geldi. Sonuç: Tekerrürün Bedeli Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, hafıza kaybı sorununu çok net şekilde ortaya koymaktadır. 1960 öncesinde yaşananlar, yıllar sonra neredeyse aynı biçimde tekrar edilmiştir.  Tıpkı: DP’nin baskıcı politikaları 1960 ihtilalini doğurduğu gibi AKePe’nin baskıcı politikaları ise toplumsal kutuplaşmayı, demokrasi krizini ve derinleşen devlet–halk güvensizliğini ortaya çıkardı. Eğer toplum geçmişten ders çıkarılmazsa, aynı hataların tekrar edilmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle sorumluluk yalnızca siyasetçilerde değil, keza tarihini unutan ve hesap sormaktan korkan halkta aranmalıdır.  

Felaketin habercisi gibi

 

 

 

1960’tan Ders Alınmadıysa !

Toplumun Hafıza kaybı ve Tekrarın Dramı olabilirmi diye düşünmemek elde değil. Önceki örnekleri ile Tarih bize sık sık şunu gösterir: ders alınmayan her yanlış, başka bir dönemde benzer şekilde karşımıza çıkar. Türkiye siyasal hayatında bu döngünün en belirgin örneklerinden biri, 1960 İhtilali öncesinde Demokrat Parti’nin uygulamaları ile 2000’li yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar pratiği arasındaki benzerliklerdir. Her iki dönemde de bireysel vicdan hürriyeti ve dini değerler üzerinden siyaset öne çıkarılmış, otoriterleşme eğilimleri belirginleşmiş, muhalefete ve basına karşı baskılar artmıştır.

1. Demokrat Parti Dönemi (1950–1960)

14 Mayıs 1950 seçimleri ile Demokrat Parti (DP), İsmet İnönü liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’ni mağlup ederek iktidara geldi. Bu, Türkiye’nin çok partili hayatında ilk kez “iktidar değişimi” anlamına geliyordu.

Başlangıçta özgürlükçü bir hava hâkimdi. Ancak 1954 seçimlerinden sonra iktidar mutlak çoğunluğu ele geçirince muhalefete tahammülsüzlük başladı. Basın yasaları sertleştirildi, muhalefet mitingleri engellendi, üniversiteler ve yargı üzerinde baskı arttı.

Dini hayat siyasetin merkezine daha çok çekildi. Ezanın manasını anlamayan halka Arapça okunmasının yeniden serbest bırakılması (1950) gibi adımlar geniş kesimlerden destek aldı. Ancak bu süreç, din üzerinden meşruiyet devşirme eğilimine dönüştü.1959’da kurulan Tahkikat Komisyonu ile muhalefetin sesini kısmak isteyen DP, otoriterleşmenin son adımını attı. Bu komisyon adeta yasama, yürütme ve yargı üzerinde sınırsız yetkiye sahipti.

Sonuç: 27 Mayıs 1960 Darbesi, halkın özgürlük taleplerine kulak tıkayan, baskıyı artıran ve dini söylemi siyasetin merkezine yerleştiren DP iktidarına bir tepki olarak geldi. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.

2. AKePe Dönemi (2002– … )

3 Kasım 2002 seçimleri ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKePe), halkın ekonomik krizden çıkış arzusunu ve dini-muhafazakâr değerleri siyasetin merkezine koyarak iktidara geldi. İlk yıllarda demokratikleşme ve AB reformları gündeme geldi. Ancak 2007 sonrasından itibaren iktidar gücünü pekiştirdikçe DP’ye benzer şekilde otoriterleşme eğilimi arttı.

2010 Referandumu ile yargı bağımsızlığı zedelendi, iktidar lehine güçler dengesi bozuldu. Basın ve ifade özgürlüğü daraltıldı. Cumhuriyet tarihinin EN ÖNEMLİ olaylarından 2013 Gezi Parkı olaylarına geniş çaplı tepki veren halk süreci maalesef, bugün AKePe’nin kimyasını bozan 16.5 MİLYON kişinin seçtiği CUMHURBAŞKANI Ekrem İmamoğlu’na 19 Mart’ta yapılan DARBE konusunu meydanlara taşıyan CHP gibi sahip çıkamadı – sürdüremeyince Protestocular sert şekilde bastırıldı.

2016’daki darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL), demokratik mekanizmaları daha da zayıflattı. On binlerce kamu çalışanı ihraç edildi, çok sayıda muhalif gözaltına alındı.Din, tıpkı DP döneminde olduğu gibi, siyasi meşruiyetin temel dayanaklarından biri haline getirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sık sık dini referanslarla politikalarını temellendirdi.

Sonuç: AKP iktidarı, uzun süreli yönetiminde demokrasi ve bireysel özgürlükler konusunda ciddi eleştiriler aldı. Özellikle muhalefete baskı ve yargının tarafsızlığının yitirilmesi, DP dönemini hatırlatan bir tablo ortaya çıkardı.

3. Halkın Sorumluluğu: Sessiz Kalmak mı, Ders Çıkarmak mı?

Hem Demokrat Parti’nin yükselişi hem de AKePe’nin uzun süreli iktidarı, geniş halk kitlelerinin özgürlük ve demokrasi yerine dini ve duygusal söylemlere daha fazla prim vermesiyle mümkün oldu.

1960 öncesinde DP’ye koşulsuz bağlılık gösteren kitleler, baskıcı politikaları görmezden geldiği gibi, 2000’li yıllarda da benzer şekilde, AKePe’nin otoriterleşme eğilimleri karşısında önemli bir kesim sessiz kaldı ve “Tarihten ders almayan siyasetçiler mi suçlu, yoksa aynı hataları tekrar etmelerine göz yuman halk mı ?” sorusu akla geldi.

Sonuç: Tekerrürün Bedeli

Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, hafıza kaybı sorununu çok net şekilde ortaya koymaktadır. 1960 öncesinde yaşananlar, yıllar sonra neredeyse aynı biçimde tekrar edilmiştir.  Tıpkı: DP’nin baskıcı politikaları 1960 ihtilalini doğurduğu gibi AKePe’nin baskıcı politikaları ise toplumsal kutuplaşmayı, demokrasi krizini ve derinleşen devlet–halk güvensizliğini ortaya çıkardı.

Eğer toplum geçmişten ders çıkarılmazsa, aynı hataların tekrar edilmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle sorumluluk yalnızca siyasetçilerde değil, keza tarihini unutan ve hesap sormaktan korkan halkta aranmalıdır.

 

1960’tan Ders Alınmadıysa !

Toplumun Hafıza kaybı ve Tekrarın Dramı olabilirmi diye düşünmemek elde değil. Önceki örnekleri ile Tarih bize sık sık şunu gösterir: ders alınmayan her yanlış, başka bir dönemde benzer şekilde karşımıza çıkar. Türkiye siyasal hayatında bu döngünün en belirgin örneklerinden biri, 1960 İhtilali öncesinde Demokrat Parti’nin uygulamaları ile 2000’li yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar pratiği arasındaki benzerliklerdir. Her iki dönemde de bireysel vicdan hürriyeti ve dini değerler üzerinden siyaset öne çıkarılmış, otoriterleşme eğilimleri belirginleşmiş, muhalefete ve basına karşı baskılar artmıştır.

1. Demokrat Parti Dönemi (1950–1960)

14 Mayıs 1950 seçimleri ile Demokrat Parti (DP), İsmet İnönü liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’ni mağlup ederek iktidara geldi. Bu, Türkiye’nin çok partili hayatında ilk kez “iktidar değişimi” anlamına geliyordu.

Başlangıçta özgürlükçü bir hava hâkimdi. Ancak 1954 seçimlerinden sonra iktidar mutlak çoğunluğu ele geçirince muhalefete tahammülsüzlük başladı. Basın yasaları sertleştirildi, muhalefet mitingleri engellendi, üniversiteler ve yargı üzerinde baskı arttı.

Dini hayat siyasetin merkezine daha çok çekildi. Ezanın manasını anlamayan halka Arapça okunmasının yeniden serbest bırakılması (1950) gibi adımlar geniş kesimlerden destek aldı. Ancak bu süreç, din üzerinden meşruiyet devşirme eğilimine dönüştü.1959’da kurulan Tahkikat Komisyonu ile muhalefetin sesini kısmak isteyen DP, otoriterleşmenin son adımını attı. Bu komisyon adeta yasama, yürütme ve yargı üzerinde sınırsız yetkiye sahipti.

Sonuç: 27 Mayıs 1960 Darbesi, halkın özgürlük taleplerine kulak tıkayan, baskıyı artıran ve dini söylemi siyasetin merkezine yerleştiren DP iktidarına bir tepki olarak geldi. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.

2. AKePe Dönemi (2002– … )

3 Kasım 2002 seçimleri ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKePe), halkın ekonomik krizden çıkış arzusunu ve dini-muhafazakâr değerleri siyasetin merkezine koyarak iktidara geldi. İlk yıllarda demokratikleşme ve AB reformları gündeme geldi. Ancak 2007 sonrasından itibaren iktidar gücünü pekiştirdikçe DP’ye benzer şekilde otoriterleşme eğilimi arttı.

2010 Referandumu ile yargı bağımsızlığı zedelendi, iktidar lehine güçler dengesi bozuldu. Basın ve ifade özgürlüğü daraltıldı. Cumhuriyet tarihinin EN ÖNEMLİ olaylarından 2013 Gezi Parkı olaylarına geniş çaplı tepki veren halk süreci maalesef, bugün AKePe’nin kimyasını bozan 16.5 MİLYON kişinin seçtiği CUMHURBAŞKANI Ekrem İmamoğlu’na 19 Mart’ta yapılan DARBE konusunu meydanlara taşıyan CHP gibi sahip çıkamadı – sürdüremeyince Protestocular sert şekilde bastırıldı.

2016’daki darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL), demokratik mekanizmaları daha da zayıflattı. On binlerce kamu çalışanı ihraç edildi, çok sayıda muhalif gözaltına alındı.Din, tıpkı DP döneminde olduğu gibi, siyasi meşruiyetin temel dayanaklarından biri haline getirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sık sık dini referanslarla politikalarını temellendirdi.

Sonuç: AKP iktidarı, uzun süreli yönetiminde demokrasi ve bireysel özgürlükler konusunda ciddi eleştiriler aldı. Özellikle muhalefete baskı ve yargının tarafsızlığının yitirilmesi, DP dönemini hatırlatan bir tablo ortaya çıkardı.

3. Halkın Sorumluluğu: Sessiz Kalmak mı, Ders Çıkarmak mı?

Hem Demokrat Parti’nin yükselişi hem de AKePe’nin uzun süreli iktidarı, geniş halk kitlelerinin özgürlük ve demokrasi yerine dini ve duygusal söylemlere daha fazla prim vermesiyle mümkün oldu.

1960 öncesinde DP’ye koşulsuz bağlılık gösteren kitleler, baskıcı politikaları görmezden geldiği gibi, 2000’li yıllarda da benzer şekilde, AKePe’nin otoriterleşme eğilimleri karşısında önemli bir kesim sessiz kaldı ve “Tarihten ders almayan siyasetçiler mi suçlu, yoksa aynı hataları tekrar etmelerine göz yuman halk mı ?” sorusu akla geldi.

Sonuç: Tekerrürün Bedeli

Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, hafıza kaybı sorununu çok net şekilde ortaya koymaktadır. 1960 öncesinde yaşananlar, yıllar sonra neredeyse aynı biçimde tekrar edilmiştir.  Tıpkı: DP’nin baskıcı politikaları 1960 ihtilalini doğurduğu gibi AKePe’nin baskıcı politikaları ise toplumsal kutuplaşmayı, demokrasi krizini ve derinleşen devlet–halk güvensizliğini ortaya çıkardı.

Eğer toplum geçmişten ders çıkarılmazsa, aynı hataların tekrar edilmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle sorumluluk yalnızca siyasetçilerde değil, keza tarihini unutan ve hesap sormaktan korkan halkta aranmalıdır.

 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.