Kadın Neden Tanrı ve Din Kavramlarında Yok?
İnandırıcılığı Zayıflayan Tanrı ve Din Anlayışı; Bugünün çağında, özellikle Batı toplumlarında ve sekülerleşmenin hızlandığı bölgelerde, Tanrı ve din kavramlarının sorgulanması yaygınlaştı. Bu sorgulamanın önemli boyutlarından biri de, kadının dini yapılarda ve Tanrı tasavvurlarında neden yok sayıldığıdır. Oysa kadın, insanlığın doğurgan gücü, yaşamın kaynağı ve toplumsal yapının vazgeçilmez aktörü olmasına rağmen, çoğu inanç sisteminde ya geri planda kalmış ya da “ikincil varlık” konumuna itilmiştir. Bu durum, dinin tarihsel gelişimiyle ve erkek egemen toplum yapılarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Tarih Öncesi Dönem: Ana Tanrıça Kültleri; İnsanlık tarihinin ilk aşamalarında, özellikle Neolitik çağda, doğurganlık ve yaşamın sürekliliği kadın üzerinden kutsallaştırılmıştı. Anadolu Çatalhöyük’te bulunan “Ana Tanrıça” heykelcikleri, doğuran - üretken ve bereket saçan kadını merkeze koyar. Mezopotamya’da İnanna, Sümer’de Ninmah, Mısır’da İsis, Yunan’da Gaia ve Demeter gibi figürler, tanrısallığın kadın formunda temsil edildiğini gösterdiği dönemlerde Tanrı, dişi yönüyle hayatın kaynağı olarak görülmüş başlangıçta “kadınsız bir Tanrı” anlayışı yoktu; tam tersine Tanrıça ön plandaydı.
Erkek Egemen Dinlere Geçişte: Güç, Savaş ve Tek Tanrıcılık düzeninde Toplumlar tarımdan hayvancılığa, oradan da devletleşmeye geçtikçe güç dengesi değişti. Savaşçı krallar ve ataerkil düzen öne çıkışı, Mezopotamya’da Enlil, Asur’da savaşçı tanrılar, Yunan’da Zeus, Roma’da Jüpiter… ile Tanrı anlayışı eril – erkek forma büründü.
Tek tanrılı dinlerin Orta Doğu’da çıkmasıyla, Tanrı mutlak otorite ve baba - Erkek figürü olarak tanımlandı. Yahudilik ve Hristiyanlık kitaplarını kutsal kabul eden İslam’da aynı maalesef aynı düşünce hâkim olurken, Havva’nın “elma çalmasıyla’’ Kadın çoğu kez günahın kaynağı olarak, arzu nesnesi veya erkeğin cinsel ihtiyaçları tamamlayıcı – üretken yardımcısı olarak gösterildi.
Kutsal Kitaplarda Peşinen SUÇLU Kadının dinlerdeki olumsuz konumunun en etkili mitlerinden biri “ilk günah” anlatısıdır. Yahudi-Hristiyan geleneğinde Havva’nın yasak meyveyi yemesi, insanlığın cennetten kovulmasının nedeni olarak gösterilmiştir. Böylece kadın “ilk hatanın” simgesi haline gelmiş, erkeğin günaha sürüklenmesinden sorumlu tutulmuştur. Bu anlatı, kadınların doğası gereği zayıf, kışkırtıcı ve itaatsiz oldukları yönünde binyıllarca süren bir inanç üretmiştir.
Yahudilik: Erkeklerin ‘iyiki cennetten kovulan aşağılık kadın olarak doğmadım !’ duası yapan Tora’da kadın mirasta ve ibadette erkeğin yok sayılacak kadar gerisindedir. Havva’nın günahı, ademi suça teşvik eden kadının insanlık tarihindeki “ilk suçlu” ilan edilmesine yol açmıştır.
Hristiyanlık: Pavlus’un mektuplarında “erkek kadar aklı olmayan, adet gören kadın kilisede sussun” ifadesi, yüzyıllarca kadınların aşağılanması, bırakın papaz – kardinal, papa olma hayalleri YOK HÜKMÜNDE diye tüm dini görevlerden dışlanmasına, ençok hastanelerde sadece hemşire olabilmesi gerçeği günümüzde evlenince Erkeğin soy ismini almasıyla devam eder.
İslam: Kur’an’da kimi ayetlerde (Nisa 1, Ahzab 35), kadın erkeğin eşdeğeri görülse de pratikte hadisler ve MİLYONLARCA hadislerdeki fıkıh yorumları: Tıpkı diğer tek tanrılı dinlerde olduğu gibi kadını çoğu kez “fitne” ile suçlanabilir ve “itaat” kavramlarıyla tıpkı alınıp satılabilir Seks kölesi – Cariye olarak cinsel nesne diye sınırlandırmıştır. Onun için dünya nüfusunun yarısı kadının bırakın peygamber – Halife olmasını, namaz kıldıracak imamlık hakkı bile yoktur. İslam’da geleneksel yorumlarda yine Havva’nın rolü öne çıkarılmıştır. Kadın, günaha açılan kapı olarak resmedilmiş; erkek aklın, kadın ise nefsin temsilcisi olarak görülmüş ve bu düşünce, dini hukuk ve toplumsal pratiklerde kadının sürekli denetlenmesi gerektiği sonucunu doğurmuştur.
Bugün birçok insan, Tanrı ve din kavramlarının inandırıcılığını sorgularken en çok şu çelişkiye işaret ediyor “Eğer Tanrı mutlaksa, neden kadın insanlığın yarısı olmasına rağmen bu ilahi düzende ikincil konumda bırakıldı ?” Bu soru, modern çağda dinlerin sorgulanmasının temel nedenlerinden biridir. Oysa dünya nüfusunun yarısı Kadınsız bir Tanrı, yarım bir evren demektir.
Belkide ’’Değişik dinlerden insanların yaşadığı – Müslümanlık öncesi Cahiliye dönemi Mekke’sinde bile kadına tanınan hakların çok daha fazla olduğu – örneğin dul Hz Hatice’nin tüccarlığı, Hz Muhammed’i kendine eş seçebilme hürriyeti daha sonra İslam takviminin başlangıcı sayılan Medineye Hicret ile inanılmaz şekilde değişti. Medinede – kadını aşağılık mahlük sayan Yahudilerin büyük etkisi ile değişen islam, daha sonra Ayetlerde kadını alınıp satılabilecek ‘Seks kölesi – cariye’ sevyesine düşürmüştür’’ diyen Prof. Mustafa Öztürk haklı gibi.
Tarih boyunca Tanrı’nın eril tasavvuru, ataerkil toplumların gücünü pekiştirmiş, kadını dini yaşamdan dışlamıştır. Ancak günümüz dünyasında bu anlayış giderek sorgulanmaktadır. Kadınsız bir Tanrı tasavvuru eksiktir; çünkü insanlığın yarısını yok saymaktadır. Eğer dinler gelecekte varlıklarını sürdürmek istiyorsa, kadınsız bir Tanrı anlayışının artık mümkün olmadığını kabul etmek zorundadır. Kadının kutsallıktaki yeri yeniden tanımlanmadıkça, dinlerin toplumsal inandırıcılığı zayıflamaya devam edecektir ve Özellikle genç kuşaklar için kadınsız bir Tanrı tasavvuru inandırıcı değildir. Bu nedenle dinlerin geleceği, kadınların bu yapılarda ne ölçüde yer bulabileceğiyle yakından ilişkilidir.
Kadın Neden Tanrı ve Din Kavramlarında Yok?
İnandırıcılığı Zayıflayan Tanrı ve Din Anlayışı; Bugünün çağında, özellikle Batı toplumlarında ve sekülerleşmenin hızlandığı bölgelerde, Tanrı ve din kavramlarının sorgulanması yaygınlaştı. Bu sorgulamanın önemli boyutlarından biri de, kadının dini yapılarda ve Tanrı tasavvurlarında neden yok sayıldığıdır. Oysa kadın, insanlığın doğurgan gücü, yaşamın kaynağı ve toplumsal yapının vazgeçilmez aktörü olmasına rağmen, çoğu inanç sisteminde ya geri planda kalmış ya da “ikincil varlık” konumuna itilmiştir. Bu durum, dinin tarihsel gelişimiyle ve erkek egemen toplum yapılarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Tarih Öncesi Dönem: Ana Tanrıça Kültleri; İnsanlık tarihinin ilk aşamalarında, özellikle Neolitik çağda, doğurganlık ve yaşamın sürekliliği kadın üzerinden kutsallaştırılmıştı. Anadolu Çatalhöyük’te bulunan “Ana Tanrıça” heykelcikleri, doğuran - üretken ve bereket saçan kadını merkeze koyar. Mezopotamya’da İnanna, Sümer’de Ninmah, Mısır’da İsis, Yunan’da Gaia ve Demeter gibi figürler, tanrısallığın kadın formunda temsil edildiğini gösterdiği dönemlerde Tanrı, dişi yönüyle hayatın kaynağı olarak görülmüş başlangıçta “kadınsız bir Tanrı” anlayışı yoktu; tam tersine Tanrıça ön plandaydı.
Erkek Egemen Dinlere Geçişte: Güç, Savaş ve Tek Tanrıcılık düzeninde Toplumlar tarımdan hayvancılığa, oradan da devletleşmeye geçtikçe güç dengesi değişti. Savaşçı krallar ve ataerkil düzen öne çıkışı, Mezopotamya’da Enlil, Asur’da savaşçı tanrılar, Yunan’da Zeus, Roma’da Jüpiter… ile Tanrı anlayışı eril – erkek forma büründü.
Tek tanrılı dinlerin Orta Doğu’da çıkmasıyla, Tanrı mutlak otorite ve baba - Erkek figürü olarak tanımlandı. Yahudilik ve Hristiyanlık kitaplarını kutsal kabul eden İslam’da aynı maalesef aynı düşünce hâkim olurken, Havva’nın “elma çalmasıyla’’ Kadın çoğu kez günahın kaynağı olarak, arzu nesnesi veya erkeğin cinsel ihtiyaçları tamamlayıcı – üretken yardımcısı olarak gösterildi.
Kutsal Kitaplarda Peşinen SUÇLU Kadının dinlerdeki olumsuz konumunun en etkili mitlerinden biri “ilk günah” anlatısıdır. Yahudi-Hristiyan geleneğinde Havva’nın yasak meyveyi yemesi, insanlığın cennetten kovulmasının nedeni olarak gösterilmiştir. Böylece kadın “ilk hatanın” simgesi haline gelmiş, erkeğin günaha sürüklenmesinden sorumlu tutulmuştur. Bu anlatı, kadınların doğası gereği zayıf, kışkırtıcı ve itaatsiz oldukları yönünde binyıllarca süren bir inanç üretmiştir.
Yahudilik: Erkeklerin ‘iyiki cennetten kovulan aşağılık kadın olarak doğmadım !’ duası yapan Tora’da kadın mirasta ve ibadette erkeğin yok sayılacak kadar gerisindedir. Havva’nın günahı, ademi suça teşvik eden kadının insanlık tarihindeki “ilk suçlu” ilan edilmesine yol açmıştır.
Hristiyanlık: Pavlus’un mektuplarında “erkek kadar aklı olmayan, adet gören kadın kilisede sussun” ifadesi, yüzyıllarca kadınların aşağılanması, bırakın papaz – kardinal, papa olma hayalleri YOK HÜKMÜNDE diye tüm dini görevlerden dışlanmasına, ençok hastanelerde sadece hemşire olabilmesi gerçeği günümüzde evlenince Erkeğin soy ismini almasıyla devam eder.
İslam: Kur’an’da kimi ayetlerde (Nisa 1, Ahzab 35), kadın erkeğin eşdeğeri görülse de pratikte hadisler ve MİLYONLARCA hadislerdeki fıkıh yorumları: Tıpkı diğer tek tanrılı dinlerde olduğu gibi kadını çoğu kez “fitne” ile suçlanabilir ve “itaat” kavramlarıyla tıpkı alınıp satılabilir Seks kölesi – Cariye olarak cinsel nesne diye sınırlandırmıştır. Onun için dünya nüfusunun yarısı kadının bırakın peygamber – Halife olmasını, namaz kıldıracak imamlık hakkı bile yoktur. İslam’da geleneksel yorumlarda yine Havva’nın rolü öne çıkarılmıştır. Kadın, günaha açılan kapı olarak resmedilmiş; erkek aklın, kadın ise nefsin temsilcisi olarak görülmüş ve bu düşünce, dini hukuk ve toplumsal pratiklerde kadının sürekli denetlenmesi gerektiği sonucunu doğurmuştur.
Bugün birçok insan, Tanrı ve din kavramlarının inandırıcılığını sorgularken en çok şu çelişkiye işaret ediyor “Eğer Tanrı mutlaksa, neden kadın insanlığın yarısı olmasına rağmen bu ilahi düzende ikincil konumda bırakıldı ?” Bu soru, modern çağda dinlerin sorgulanmasının temel nedenlerinden biridir. Oysa dünya nüfusunun yarısı Kadınsız bir Tanrı, yarım bir evren demektir.
Belkide ’’Değişik dinlerden insanların yaşadığı – Müslümanlık öncesi Cahiliye dönemi Mekke’sinde bile kadına tanınan hakların çok daha fazla olduğu – örneğin dul Hz Hatice’nin tüccarlığı, Hz Muhammed’i kendine eş seçebilme hürriyeti daha sonra İslam takviminin başlangıcı sayılan Medineye Hicret ile inanılmaz şekilde değişti. Medinede – kadını aşağılık mahlük sayan Yahudilerin büyük etkisi ile değişen islam, daha sonra Ayetlerde kadını alınıp satılabilecek ‘Seks kölesi – cariye’ sevyesine düşürmüştür’’ diyen Prof. Mustafa Öztürk haklı gibi.
Tarih boyunca Tanrı’nın eril tasavvuru, ataerkil toplumların gücünü pekiştirmiş, kadını dini yaşamdan dışlamıştır. Ancak günümüz dünyasında bu anlayış giderek sorgulanmaktadır. Kadınsız bir Tanrı tasavvuru eksiktir; çünkü insanlığın yarısını yok saymaktadır. Eğer dinler gelecekte varlıklarını sürdürmek istiyorsa, kadınsız bir Tanrı anlayışının artık mümkün olmadığını kabul etmek zorundadır. Kadının kutsallıktaki yeri yeniden tanımlanmadıkça, dinlerin toplumsal inandırıcılığı zayıflamaya devam edecektir ve Özellikle genç kuşaklar için kadınsız bir Tanrı tasavvuru inandırıcı değildir. Bu nedenle dinlerin geleceği, kadınların bu yapılarda ne ölçüde yer bulabileceğiyle yakından ilişkilidir.