Görmemişliğin sembolü Rezidans Kültürü
Son yıllarda büyük kentlerde hızla çoğalan, giriş-çıkışları kontrollü, özel güvenlikli, yüksek duvarlarla çevrili ve “lüks” etiketiyle pazarlanan rezidanslar; yalnızca bir barınma biçimini değil, yeni bir insan tipini de üretmeye başlamıştır. Bu yapılar çoğu zaman konfor, güvenlik ve prestij vaatleriyle sunulurken, gerçekte Çoğu yönleriyle modern bir hapishane düzeni toplumsal bağlardan kopuşun mekânsal karşılığı haline gelmektedir.
Tarih boyunca insan, içinde yaşadığı mekân tarafından şekillendirilmiştir. Antik agora, Osmanlı mahallesi, Avrupa kent meydanı; hepsi karşılaşma, iletişim ve ortak hayat üzerine kuruluydu. Oysa modern güvenlikli rezidanslar, mimari olarak tam tersini inşa eder: Dışarıyı tehdit olarak tanımlar, İçeriyi steril ve seçkin ilan eder, Kamusal alanı özel alana dönüştürür, Rastlantıyı ortadan kaldırır monoton – ölümü bekler hale dönüşürler. Bu yapıların temel felsefe “Sen içeride güvendesin, dışarısı riskli” Ancak bu söylem, fark edilmeden sürekli bir korku bilinci üretir. İnsan, temas etmediği toplumu zamanla düşmanlaştırır; görmediğini abartır, tanımadığını tehdit sayar. Böylece rezidans, yalnızca modern beton hapishane değil; zihinsel bir duvar halinede gelir.
Bu yaşam biçimi içinde büyüyen ya da uzun süre kalan bireylerde giderek belirginleşen bazı özellikler: Zayıflayan empati: Toplumsal çeşitlilikle temas etmeyen birey, farklı hayatlara karşı duyarsızlaşır. Sınıfsal körlük: Hizmet alan ama hizmet üretenlerle gerçek ilişki kurmayan bir bilinç gelişir. Kontrollü hayat bağımlılığı: Güvenlik, kartlı geçiş, kamera olmadan yaşayamama hissi. Yapay üstünlük duygusu: Fiziksel ayrışma, zihinsel üstünlük sanısı yaratır. Bu insan tipi, ne tam anlamıyla elit bir bilinçtir ne de güçlü bir bireysellik. Aksine, kırılgan, kaygılı ve kapalı bir karakter yapısı üretir. Çünkü gerçek güç, korunarak değil, karşılaşarak gelişir.
Kültür, yalnızca kitapla, müzikle ya da sanatla değil; günlük temas, ortak dil, ortak mekân ile taşınır. Sokakta büyüyen çocuk ile rezidans içinde büyüyen çocuk arasındaki fark tam da burada ortaya çıkar. Çünkü İzole yaşam: Mahalle hafızasını siler, Kuşaklar arası aktarımı koparır, Yerel dili, mizahı, ritüeli yok eder “Biz” duygusunu bireysel konfora feda eder Bu koşullarda yetişen birey, yaşadığı kente ait değildir; yalnızca orada konaklamaktadır. Kentle bağ kurmayan insan, ülkeyi anlamakta zorlanır. Kültür yoksunluğu böyle başlar: Sessiz, fark edilmeden ve geri dönüşü zor şekilde.
Bu yapılar genelde biryerleri talan edenlere “güvenlik” için inşa edilir ama içinde yaşayanlarda güven duygusu gelişmez. Sürekli kameralar, kartlı geçişler, görevli güvenlikler şunu öğretir“Dünya tehlikelidir, sen korunmalısın” Oysa sağlıklı toplumlarda güven ancak: Tanıyarak oluşur, Göz temasıyla gelişir, Ortak deneyimle güçlenir. Herbiri Modern cezaevi olan Rezidans insanı, bu doğal süreci yaşamadan büyür. Sonuçta ortaya çıkan birey; dış dünyaya çıktığında, daha ürkek olur. Bu da uzun vadede tıpkı çoğunluk Dubai modeli – ipini koparan hırsız – arsızın kapağı attığı Dubai türü Arap ülkeleri gibi demokratik kültür için ciddi bir tehdittir. Çünkü korkan insan, özgürlükten vazgeçmeye daha yatkındır.
Bu yaşam biçiminin en kritik etkisi çocuklar üzerindedir. Rezidans içinde büyüyen çocuk: Sokağı tanımaz, Rastlantıyı bilmez, Farklı insanlarla doğal ilişki kuramaz, Hayatı “kontrollü alanlar bütünü” sanır. Bu çocuklar ileride ya aşırı içe kapanık ya da aşırı talepkâr bireyler olabilmektedir. Çünkü sınırları başkalarıyla değil, sistemle öğrenmişlerdir. Toplum ise bireylerini sokakta, okul yolunda, parkta, pazarda yoğurur. Bu alanlardan yoksun kalan bir kuşak, dayanıklılık değil kırılganlık üretir.
Rezidanslar için Modern Hapishane Benzetmesi sert gibi görünse de, bazı yönleriyle oldukça isabetlidir. Çünkü: Giriş-çıkışlar kontrol altındadır. Kimlerin girebileceği bellidir. İçeride her şey “düzenli”dir. Dışarısı tehlikeli kabul edilirken, Tek fark: Burada insanlar isteyerek içeridedir. Ama gönüllü olmak, sonucu masum kılmaz. Çünkü özgürlük yalnızca seçme hakkı değil; temas edebilme cesaretidir.
Çıkış Yolu – umut Var mı ? sorusunda Evet, vardır ve bu umut Sorumlu devlet - şehir planlamasından, bireysel tercihlere kadar uzanır: Karma yaşam alanları yeniden teşvik edilmeli, Kamusal alanlar güçlendirilmelidir. Mahalle kültürü modern biçimlerle yeniden kurulabilir, Güvenlik yerine güven ilişkisi öncelik haline gelmelidir. Bireysel düzeyde ise çözüm daha basittir ama cesaret ister. Çünkü: eğer hırsız değil, devleti – birilerinin malını talan etmemişse, geçmişi belli olanlar gibi sokağa çıkmalıdır. Temas etmeli, konuşmalı, dinlemeli, karşılaşmalıdır.
Bilinen gerçek: Duvarlar Yükseldikçe İnsan Küçülür, Bir toplumun gücü, yüksek duvarlarda değil; yan yana durabilme kapasitesinde yatar. Konfor uğruna vazgeçilen her temas, gelecekte daha büyük yalnızlıklar üretir. Çünkü insan, korunarak değil; paylaşarak güçlenir ve hiçbir MODERN HAPİSANE rezidans, gerçek bir toplumun yerini asla tutamaz. Bu çoğu kez SONRADAN GÖRME topluluklşara atfedilen, Rezidans kültürünün En Yaygın Olduğu ülkeler
1. Amerika Birleşik Devletleri
Kapitalizmin VAHŞİ yüzü denen toplumu ayrıştırmacı Rezidans yaşamın küresel modelini oluşmuştur. Genelde “Gated community-Kapılar ardına” kavramı, sadece zengin üst sınıf, korunaklı sitelere çekilmiş, Güvenlik korkusu + sınıfsal ayrışma çok belirgin ABD, bu yaşam biçiminin mimari olduğu kadar zihinsel altyapısını da tüm GERİ KALMIŞ ülkelere ihraç etmiştir.
2. Birleşik Arap Emirlikleri Dubai
İnsanlar için ‘kök’ denen yaşanmışlık, kültür yoksunluğundan, barınma değil statü göstergesi Rezidans kavramının sadece ekonomik güç – nerden geldiği belirsiz kaçırılmış paraların lüksle özdeşleştiği ülkelerin başında gelir. Göçmen nüfus çok yüksek, Toplumsal temas sınırlı, SÜREKLİ KORUMA ALTINDA hissiyle yaşanan Rezidanslar “şehir içinde şehir HAPİSHANELERİ” gibidir.
3. Rusya
Özellikle Moskova ve St. Petersburg’da: çoğu devleti soymuş oligarklardan oluşan HIRSIZ Yeni zengin sınıf, Yüksek duvarlı, özel güvenlikli rezidanslar, Halktan fiziksel ve kültürel kopuşun sergilendiği Rezidanslar, Sovyetlerin çöküşünde devlet kurumlarını ÖZELLEŞTİRME bahanesiyle parasız ele geçirek yeni HIRSIZ elitin kendini sürünen halktan ayırma aracıdır.
4. Türkiye
Son 15–20 yılda Görgüsüzce çok hızla yayılan bu MODER HAPİSANE yaşamına en iyi örnek tıpkı Rusyadaki gibi Özelleştirme, Politik güçle devlet imkanlarını kullanma, kamu ihalelerindeki emsalsiz BÜYÜK HIRSIZLIKLAR sonrası – kimse neye sahip olduğumu görmesin ! korkusuyla çoğunluk kültür yoksunu HIRSIZ yeni gurubun İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere kendilerine “Site içinde HAPİSANE HAYATI” normalleştirmeye çalışırken, temelinde Komşuluk, mahalle, sokak gerçeklerinden hızla kopuş, insanlık kimlikleri kaybolmuş ÇOĞU KARA PARA sahibi hırsız zümresinin korunağı haline gelen Türkiye, bu modele hızlı adapte olmuş – olası iç huzursuzlukta aç halk tarafından EN TEHLİKELİ HEDEF olabilecek ülkedir..
Aynı Hikâye, Farklı Ülkelerin tamamında ortak olan noktalar: Güvenlik korkusu, Sınıfsal ayrışma, Kamusal alanın zayıflaması, Kültürel temasın azalması ... faktörlerle Yeni, kapalı ve GERÇEK HAYATTAN KOPMUŞ kırılgan bir insan tipi yaratılması uzun vadede çok büyük tehlikelere gebedir. Geçmişte Fransız ihtilali dahil, dehşet verici örnekleri günümüze kadar süregelen bu tablo bize ‘Sorun ülke ve insan gibi yaşamaya çalışanlarda, sadece bir avuç ‘hızlı para kazanan hırsızların korkularından koruganlarda yaşam modeli - halktan kopuş’ gerçeğini, özellikle son zamanlarda geçmişinde hiçbirşeyi olmayan – nerden talan etmişse mantar gibi türeyen, HIZLA ZENGİN OLAN - insanlıklarından kopmuş yüzbinlerce HIRSIZIN öyküsünü gözler önüne sermektedir.
Sonuç ‘Tarihine inanç ve geleneklerine bağlı köklü kültürüne sahip Avrupa’da neden Rezisanslar bu kadar yaygın değil ?” diye incelendiğinde: Genellikle köksüz – sonradan görme hırsızların Rezidanslarda yaşamın asla bir zorunluluk değil, kimse neye sahip olduğumu görmesin diye halktan kaçış türü bir tercihtir. Unutmayalımki insanların her tercihi, geleceği şekillendirir. Bu gerçekleri görerek kalkınmış tüm medeni ÇAĞDAŞ toplumlar gibi yarın daha insani, açık, gerçek hayatla temaslı şehirler kurabilme, ACİLEN görgüsüz halktan kopuk insanları barındıran çoğu kez HIRSIZ yuvaları diye adlandırılan “Rezidans karşıtı şehir modelleri” kurma mecburiyeti vardır.
