Mersin escort Bodrum escort Bursa escort

Tuzla russian escort Alanya russian escort Kayseri russian escort Antalya russian escort Diyarbakır russian escort Anadolu yakası russian escort Adana russian escort Ataşehir russian escort Şirinevler russian escort Beylikdüzü russian escort Halkalı russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Samsun russian escort Avcılar russian escort Pendik russian escort Beylikdüzü russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Mersin russian escort Avrupa yakası russian escort Kocaeli russian escort Bodrum russian escort Bakırköy russian escort Kadıköy russian escort İzmir russian escort bayan Beşiktaş russian escort Eskişehir russian escort Bursa russian escort Şişli russian escort Şişli russian escort russian escort İzmir Gaziantep russian escort Ankara russian escort Denizli russian escort Samsun escort kızlar Malatya russian escort İzmir russian escorts Samsun russian escort

Guymak
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Kemal ULUSOY
Köşe Yazarı
Kemal ULUSOY
 

Mehvedilen gelecek

      Türkiye'yi Başarıya Götürecek Olan Köy Enstitüleri Bir dönem eğitim sistemleri arasında parmakla gösterilen ve başarılı olmasına rağmen Türkiye’deki ömrü uzun olmayan, fakat Finlandiya’nın Türkiye’den örnek alarak uyguladığı, bugün dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip olmasına vesile olan Köy Enstitüleri acıklı öyküsündeki gerçekler.  1923 yılında Cumhuriyet kurulduğu zaman Türkiye nüfusu yaklaşık 13 milyon kişiydi ve % 84'ü köylerde yaşamaktaydı. Nüfusun sadece % 10'u okuryazardı. Çalıkuşu romanında bahsedilen köylere gidip orada eğitim verecek gönüllü öğretmen sayısı çok azdı.  İnsanlar şehir hayatını bırakıp gitseler de, okul namına eğitim verilebilecek bir altyapısı olmayan taşraya gitmeyi, buranın zor koşullarında eğitim vermeyi tercih etmiyorlardı. Dönemin önde gelen öğretmenlerinden Halil Fikret Kanat, zorunluluktan değil, kendi isteğiyle köylere giderek eğitim verecek öğretmen yetiştirme fikri üzerine çalışmalar yaparken Atatürk de aynı fikirdeydi. Kısa bir çalışmadan sonra şu kanıya varıldı: Köyler dışarıya kapalıydı, dışarıdan gelen öğretmenleri köylüler benimsemiyordu. Köyün çağdaş eğitim biçimlerine ve bilgiye açılması için köylülerin kendilerinden biri gibi görecekleri şahısların burada görev alması daha etkili oluyordu.  Yeni bir tip okul, yeni bir program ve yeni bir tip öğretmen ihtiyacı, Köy Enstitülerinin ilhamı oldu. Şair Can Yücel'in babası Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla, Köy Enstitülerinin yasal bir çerçeve ile fiilen Türkiye’ye yayılması yönünde 1940 yılından itibaren tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde Köy Enstitüleri açıldı. Köy Enstitüleri, aralarında Anadolu’da Türk’lüğün beşiği – Çepni diyarı TRabzon – Beşikdüzü dahil Türkiye'nin 21 şehrinde köy okullarına öğretmen yetiştirmek üzere kurulmaya başlandı. Öğretmenler, köylülere hem özgün eğitim verecek; okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de gittikleri yörelerde bilinmeyen tarım türlerini öğreteceklerdi. Kitaba, deftere dayalı öğretim yerine “iş içinde eğitim” ilkesi uygulanan Her Köy Enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50’si temel, geri kalanı uygulamalı eğitimdi.  Çoğu ders uygulamalı ve tarıma yönelikti; yani köylü doğrudan işine yarayacak bilgiler kazanırken 2. Dünya Savaşı vardı ve ülke elindeki kaynaklar son derece kısıtlıydı.  Öğrenci ve öğretmenler okulları kendileri yapıyor, hatta kiremit ve yapı malzemelerinin yapımı maliyetler düşürüyordu. 6.000 dekara yakın çorak ya da bataklık arazide kurulan enstitüler, kısa sürede bol ve çeşitli ürünler üretmeye başladı. 2. Dünya savaşında 20 enstitüde 723 bina yapıldı. Öğrenciler ve öğretmenler, 8–10 km uzaklıktaki kaynaklardan okullara su getirerek binlerce dekarlarca bağ ve bahçe kurdular. Örneğin: Akçadağ Köy Enstitüsünde 7 yıl boyunca 100 binden fazla ağaç dikilmiş, koruluklar oluşturulmuş, meyve çekirdekleri ekilerek fidanlar yetiştirilmiş, diğer enstitülere ve köylere dağıtılmış “önceden dikili ağacı olmayan, çoraklığıyla tanınan” arazide yetiştirilen 4.000 ağaçtan yüzlerce ton ürün toplanmış, günümüz Malatya’nın kayısısıyla meşhur olmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca tamamen bataklık bir arazide öğrencilerin ve öğretmenlerin öğrenirken kazandıkları emekten doğmuştu. Yobaz – Allah taciri yobaz karacahil köy hocaların aksine, bulundukları yerleri yıldız gibi aydınlatan Köy enstitüleri Kuruldukları bölge ekonomilerini canlandırıyor, kullanılmayan arazilerin üretime katılmasını sağlıyor, pratik eğitimle öğrencilerin kapsamlı bilgi edinmelerine olanak tanıyordu. Mezun öğretmenlerin farklı yerlerde benzer girişimler başlatması, köy yaşamının tıpkı ulu önder Atatürk’ün ‘Köylü bu milletin efendisidir’ misali kırsalda yaşayanların temel eğitim almasını sağlıyor, çeşitli meyve-sebzeler yetiştirilerek, kimse işsiz kalmıyor - köylü hem de Türkiye kazanıyordu.  Köy Enstitülerinin bu başarısına rağmen, din simsarı YOBAZ güruh bunu hazmedemedi ve ömrü uzun olmadı.  Oysa öğrenciler enstitü müdürü gibi kendi diktikleri tek tip üniforma giyiyordu ve yönetime katılmaları ve karma eğitim yaptıkları için, tıpkı bugün aynı ÇAĞDIŞI zihniyetler gibi “komünistlik” suçlamaları hedefi yapıldı. Köylülerin okul ve enstitü inşaatlarına yardımı devlet tarafından zorunlu kılınması, hala tarikat – cemaat adına kadın göbeğine muska yazar SAPKIN hocalar tarafından ‘din elden gidiyor’ şerefsiz yalanları ürettiler. İngiltere Başbakanı Churchill ve ABD Başkanı Roosvelt ile Adanada toplantısında ‘Birleşmiş Milletlere katılabilmek’ için 23 Şubat 1945 yani savaşın bitimine yalnızca birkaç ay kala, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti.  Hemen ardından Marshall planı doğrultusunda Köy enstitüleri kapatılmak mecburiyetinde kalırken, Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla işbirlikçi yobaz köy hocaları durmaksızın Ankara’ya baskı yapmalarıyla örtüşünce, 1946 seçimlerinden önce CHP, oy kaybı yaşama korkusuyla köy enstitülerini önce normal öğretmen okullarına çevirdi; tarımla ilgili dersler kaldırıldı, daha sonra tıpkı kuranı okuyup manasını anlamayan HAFIZ usülü ezbere dayalı eğitim sistemine geçildi. Ardından 1954  Demokrat parti ile Köy Enstitüleri birer birer kapatıldı ve belki bizi örnek alan - bugün Dünya birincisi Finlandiya gibi geleceğin en iyi eğitim sistemi olabilecek bu büyük proje tarihin tozlu sayfalarına karıştı.      

Mehvedilen gelecek

 

 

 

Türkiye'yi Başarıya Götürecek Olan Köy Enstitüleri

Bir dönem eğitim sistemleri arasında parmakla gösterilen ve başarılı olmasına rağmen Türkiye’deki ömrü uzun olmayan, fakat Finlandiya’nın Türkiye’den örnek alarak uyguladığı, bugün dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip olmasına vesile olan Köy Enstitüleri acıklı öyküsündeki gerçekler.  1923 yılında Cumhuriyet kurulduğu zaman Türkiye nüfusu yaklaşık 13 milyon kişiydi ve % 84'ü köylerde yaşamaktaydı. Nüfusun sadece % 10'u okuryazardı. Çalıkuşu romanında bahsedilen köylere gidip orada eğitim verecek gönüllü öğretmen sayısı çok azdı.  İnsanlar şehir hayatını bırakıp gitseler de, okul namına eğitim verilebilecek bir altyapısı olmayan taşraya gitmeyi, buranın zor koşullarında eğitim vermeyi tercih etmiyorlardı.

Dönemin önde gelen öğretmenlerinden Halil Fikret Kanat, zorunluluktan değil, kendi isteğiyle köylere giderek eğitim verecek öğretmen yetiştirme fikri üzerine çalışmalar yaparken Atatürk de aynı fikirdeydi. Kısa bir çalışmadan sonra şu kanıya varıldı: Köyler dışarıya kapalıydı, dışarıdan gelen öğretmenleri köylüler benimsemiyordu. Köyün çağdaş eğitim biçimlerine ve bilgiye açılması için köylülerin kendilerinden biri gibi görecekleri şahısların burada görev alması daha etkili oluyordu.  Yeni bir tip okul, yeni bir program ve yeni bir tip öğretmen ihtiyacı, Köy Enstitülerinin ilhamı oldu. Şair Can Yücel'in babası Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla, Köy Enstitülerinin yasal bir çerçeve ile fiilen Türkiye’ye yayılması yönünde 1940 yılından itibaren tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde Köy Enstitüleri açıldı.

Köy Enstitüleri, aralarında Anadolu’da Türk’lüğün beşiği – Çepni diyarı TRabzon – Beşikdüzü dahil Türkiye'nin 21 şehrinde köy okullarına öğretmen yetiştirmek üzere kurulmaya başlandı. Öğretmenler, köylülere hem özgün eğitim verecek; okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de gittikleri yörelerde bilinmeyen tarım türlerini öğreteceklerdi. Kitaba, deftere dayalı öğretim yerine “iş içinde eğitim” ilkesi uygulanan Her Köy Enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50’si temel, geri kalanı uygulamalı eğitimdi.  Çoğu ders uygulamalı ve tarıma yönelikti; yani köylü doğrudan işine yarayacak bilgiler kazanırken 2. Dünya Savaşı vardı ve ülke elindeki kaynaklar son derece kısıtlıydı.  Öğrenci ve öğretmenler okulları kendileri yapıyor, hatta kiremit ve yapı malzemelerinin yapımı maliyetler düşürüyordu. 6.000 dekara yakın çorak ya da bataklık arazide kurulan enstitüler, kısa sürede bol ve çeşitli ürünler üretmeye başladı.

2. Dünya savaşında 20 enstitüde 723 bina yapıldı. Öğrenciler ve öğretmenler, 8–10 km uzaklıktaki kaynaklardan okullara su getirerek binlerce dekarlarca bağ ve bahçe kurdular. Örneğin: Akçadağ Köy Enstitüsünde 7 yıl boyunca 100 binden fazla ağaç dikilmiş, koruluklar oluşturulmuş, meyve çekirdekleri ekilerek fidanlar yetiştirilmiş, diğer enstitülere ve köylere dağıtılmış “önceden dikili ağacı olmayan, çoraklığıyla tanınan” arazide yetiştirilen 4.000 ağaçtan yüzlerce ton ürün toplanmış, günümüz Malatya’nın kayısısıyla meşhur olmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca tamamen bataklık bir arazide öğrencilerin ve öğretmenlerin öğrenirken kazandıkları emekten doğmuştu.

Yobaz – Allah taciri yobaz karacahil köy hocaların aksine, bulundukları yerleri yıldız gibi aydınlatan Köy enstitüleri Kuruldukları bölge ekonomilerini canlandırıyor, kullanılmayan arazilerin üretime katılmasını sağlıyor, pratik eğitimle öğrencilerin kapsamlı bilgi edinmelerine olanak tanıyordu. Mezun öğretmenlerin farklı yerlerde benzer girişimler başlatması, köy yaşamının tıpkı ulu önder Atatürk’ün ‘Köylü bu milletin efendisidir’ misali kırsalda yaşayanların temel eğitim almasını sağlıyor, çeşitli meyve-sebzeler yetiştirilerek, kimse işsiz kalmıyor - köylü hem de Türkiye kazanıyordu.  Köy Enstitülerinin bu başarısına rağmen, din simsarı YOBAZ güruh bunu hazmedemedi ve ömrü uzun olmadı.  Oysa öğrenciler enstitü müdürü gibi kendi diktikleri tek tip üniforma giyiyordu ve yönetime katılmaları ve karma eğitim yaptıkları için, tıpkı bugün aynı ÇAĞDIŞI zihniyetler gibi “komünistlik” suçlamaları hedefi yapıldı. Köylülerin okul ve enstitü inşaatlarına yardımı devlet tarafından zorunlu kılınması, hala tarikat – cemaat adına kadın göbeğine muska yazar SAPKIN hocalar tarafından ‘din elden gidiyor’ şerefsiz yalanları ürettiler.

İngiltere Başbakanı Churchill ve ABD Başkanı Roosvelt ile Adanada toplantısında ‘Birleşmiş Milletlere katılabilmek’ için 23 Şubat 1945 yani savaşın bitimine yalnızca birkaç ay kala, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti.  Hemen ardından Marshall planı doğrultusunda Köy enstitüleri kapatılmak mecburiyetinde kalırken, Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla işbirlikçi yobaz köy hocaları durmaksızın Ankara’ya baskı yapmalarıyla örtüşünce, 1946 seçimlerinden önce CHP, oy kaybı yaşama korkusuyla köy enstitülerini önce normal öğretmen okullarına çevirdi; tarımla ilgili dersler kaldırıldı, daha sonra tıpkı kuranı okuyup manasını anlamayan HAFIZ usülü ezbere dayalı eğitim sistemine geçildi. Ardından 1954  Demokrat parti ile Köy Enstitüleri birer birer kapatıldı ve belki bizi örnek alan - bugün Dünya birincisi Finlandiya gibi geleceğin en iyi eğitim sistemi olabilecek bu büyük proje tarihin tozlu sayfalarına karıştı.

 

 

 
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.