Amacınız zarar vermekse, güce ihtiyacınız olacaktır. Diğer her şey için sadece sevgi yeterlidir….
Charlie Chaplin
Sevginin bir türlüsünü almışız ve bütün sevgiye onun adını vermişiz, başka türlü sevgilere de başka başka adlar vermişiz…
Sokrates
Geçen hafta demiştim ya “haftaya ana kucağından sesleneceğim” diye. Sözüne sadık kalan birisi olarak anılmaya çok gayret göstermişimdir hep…
Saat sabahın 07:30’u. Ben yatağımda bu satırları yazarken annem karşımdaki yatağından dünyada tartışmasız en çok sevdiği (beni rahatsız edecek derecede çok ama, kardeşlerim hiç rahatsız olmaz hatta annemle alay ederler) canlıyı seyrediyor. İnsan sevilmekten rahatsız olur mu hiç, demeyin..! Annesinin bu derece sevgisinden ve daha çok da onu yansıtma biçiminden cidden rahatsız olan biriyim. Hem bu konuda yalnız da sayılmam pek. Tanıdığım bir kişi daha var aşırı sevgiden ve yansıtılma biçiminden rahatsız olan. Ama o benim kızım değil işte..! Ben de onun annesi değilim zaten…
Neyse dönelim ana kucağına..:
-- Nedu, ne oynarsun telifonunlan sabahın körinde?
-- Oynamıyorum anne yazı yazıyorum.
-- Telifonuna niye yazaysun kim gorecek orda..?
-- Anne felefona değil bir siteye yazıyorum.
-- Site nedu?
-- Anne televizyon gibi gazete.
-- Gaste gibi televizyon da olur mi..?
-- Anne bırak beni yazımı yazayım da…
-- Senlan da hiç gonişilmay ki. Yaz eluni mi tutayrum.
-- La havle yaa..!
-- Ahan..! İman etmisun hemi..?
Ana kucağındayken en çok annemin diline dikkat ederim. Annemin konuşma dili yazı dilimizle pek örtüşmez ama dinlemesi çok keyiflidir. Anlatması çok uzun sürer ama, sonra belki anlatırım.
Zaten çok da uzun sürdü ön sevişme. Başlayalım artık…
Öğrenciler ve çalışanlar ve hatta eşi ve çocukları olanlar okumaya ve düşünmeye zaman ayıramadıklarından şikayet ederler hep. (Kafka gibi hemen ele vereyim kendimi, biraz sonraki eleştirilerimden sonra içinde virgül olmadan dört tane “ve” olan bu cümleye dönün tekrar bakın lütfen). Ben hala öğrenciyim ama okula gitmiyorum, çalışacak bir işim de yok, eşim ve çocuklarım da henüz gelmediler. Yani okumak ve düşünmek için oldukça fazla zamanım var. Ve bu zamanı da boşuna tüketen birisi olmadım hiçbir zaman…
Yıllardır söylerim, ama dilimde tüy bitmedi henüz. O yüzden yine söylüyorum, sürekli de söyleyeceğim. Konuşurken hangi dili kullanırsanız kullanın, hatta annem gibi bile konuşun ama n’olur yazarken Türkçe yazın lütfen. Sadece lütfen de değil. Allah rızası için, yalvarıyorum…
Rastgele türeyen kelimelerden oluşan bir dil değildir ana dilimiz. Aynı topraklara vatan dediğimiz için vatandaşız biz. Ve aynı karında bedenlerimize can girdiği için karındaş, aynı yollarda yürüdüğümüz için de yoldaşız. Bir sürü örnek verilebilir ama ben en güzeline veriyorum sırayı. Sırtlarımızı arkalarımızı bir birimize yasladığımız için arkadaşız biz. Dünyanın hiç bir dilinde bu kadar güzel bu kadar anlamlı bir kelime yoktur. Varsa da benim umurumda değildir. Bizdeki karşılığı arkadaş olarak bilinen İngilizce’deki friend, aslında sevilen kişi anlamı taşır kelime köklerine göre. Yani onların arkadaşı yok. Yalvarıyorum arkadaşa kanka demeyin, kankiş de demeyin, kankitoş hiç demeyin. La tamam diyin de yazmayın Allah rızası için.
İnsan en içli ana dilinde türkü söyler, en güzel ana diliyle sevişir ve sadece ana dilinde ağlar. Anneee diye ağlamamız rastlantı değildir. Ana dilimiz annelerimizin dilidir. Annelerimizin dili de Anadolu türkülerinin dilidir…
Bakın, neredeyse yarım yüzyıldır bir terör belasıyla uğraşıyoruz değil mi? Terörü bitti de siyasi rantı bitmiyor bir türlü o da ayrı bir şey ya..! Ülkemizin aydın geçinen dangalakları da yıllarca hep “diyalogla çözeceğiz bu sorunu” dediler. Yaw Allah aşkına. Bizim kültürümüzün Gönül Gel Seninle Diyalog Edelim diye bir türküsü var mı..? Oysa ne güzel bir Erzincan türküsüdür değil mi Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim.
Bazı ayrıntıları basite indirgeyip dikkate almamak hayatı zorlaştırıyor sadece. Oysa kolaylaştırmak o kadar kolay ki. Mesela muhabbet edebilseydik bu gün terör sorunumuz dahil hiç bir sorunumuz olmayacaktı belki de…
Gelin dilimize saygı duyalım. Türkülerimizi saygıyla dinleyelim. Kime sorarsanız sorun istisnasız hepsi en güzel sesi “bülbül gibi sesi var” betimlemesiyle anlatır. Türkülerimizin babası Pir Sultan derdini anlatırken o bülbüle bile ötmeyi yasaklamış “ötme bülbül ötme şen değil bağım” demiş; biz o ve onun gibi ağıtları barlarda pavyonlarda dinlerken göt sallayan nesiller yetiştirmişiz. Çünkü ayrıntılardan kaçıp günübirlik hayatlar yaşayan bireyler daha çok işlerine geliyor yöneten=sömüren sınıfların…
Yani ya hep beraber ya hiçbirimiz canlar.,! Birbirimizi sevmekten başka çaremiz yok. Birbirimizi sevmek için de birbirimizi anlamak zorundayız. Birbirimizi anlamak için de ana dilimizi doğru ve güzel konuşmak zorundayız....
Ana kucağından ana dili çıkacakmış meğer; o da bu kadar çıktı, idare edin işte…
Kafka gibi başlayınca da Nazım gibi bitiresi geliyor insanın…
Herkese selam, sana hasret...