Kanadı kırılan bir kuş gibi olurmuş kalemi kırılan insan. Hani uçamaz ama uçmaktan da asla vazgeçemezmiş ya kanadı kırılan kuş. İşte öyle bir şeydir yazmak isteyip de yazamayan adamın dramı. Yüreğinde yaşanamamış bir sevdanın hüznü ile yollara düşmek gibi bir şey. Böyle bir süreçten geçerken sizlerden uzak kalıyor olmak da ayrı acıtıyor canımı. Bazılarının salakça eleştirilerini bile özlüyorum açıkçası. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur gerçekliğinden korkuyla hikayelerinizden kaybolmamak için arada bir merhaba demenin yollarını arıyorum. Bu hafta Zülfü Livaneli’den ödünç aldığım cümlelerle merhaba diyorum sizlere. Benden çok güzel yazan insanları çok sevmem aslında; bırakın sevmeyi, kıskanmaktan öte biraz da kızarım onlara ama neyse. Bir de Zülfü abi o kadar çok güzel çalmış ki bağlamayı tam da bam teline basarak, sadece önünde saygıyla eğilerek sizlerle paylaşmak istedim, hepsi o kadar işte..:
Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığınının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur...
Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lümpen proletarya olarak tanımlanmış olan bir kitledir bu…
AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru olmaz elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur…
Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu…
Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur…
Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır…
Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lümpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor…
Gafil aydınlardan(!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lümpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmayacağı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına da hiçbir kuşku yoktur…
Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecektir…