- İlk kalp ağrıma,
KIRK YIL SONRA SEN
Mutluluk bir varış değil bir yolculuktur…
Konfüçyüs
Eski bir aşk yeni bir ayrılıktır her zaman…
Yılmaz Odabaşı
İki yerel gazeteden AKEPE baskısıyla, bir yerel siteden de CEHAPE baskısıyla kovulduktan sonra beş yıldan beri bu yerel sitede sürdürüyoruz Cumartesi Sohbetleri buluşmalarımızı. Öğrenciliğim hiç bitmediği için benim de öğrencilerle birlikte uzun yaz tatillerim olurdu hep. Okulların kapandığı hafta Yaz Gelince başlığıyla tatile çıkıp okulların açıldığı hafta Yaz Gidince başlığıyla gelirdim sizlere merhaba demeğe yeniden. Ama bu yaz öyle olamadı ne yazık ki. Kışın orta yerinde hayatımdaki en uzun soluklu yol arkadaşım, ilkokulun başından lisenin sonuna kadar sınıf arkadaşım, dersane arkadaşım, elli yedi yıllık yaşamının bebeklik hariç on dokuzuncu yaşının sonuna kadarki döneminde her sabah aynı yatakta uyandığım, canımın yarısı ömrümün yarası, pırlanta yürekli kardeşimin (aman, sadece biyolojik bir kardeşlik olarak algılanmasın lütfen) yangınıyla ara vermek zorunda kalmıştım. Yaz Gidince başlığıyla başlayabilmeyi planlamıştım ama o da olamadı. Yalnız bunun olamaması çok da güzel oldu. Kırk yıllık çok hüzünlü bir hikayenin içine düştüm yeniden. Başlık da değişti kendiliğinden…
Hani Zeki-Metin ikilisinin Yasaklar oyununda bir sahne vardı ya. Metin Akpınar Zeki Alasya’nın evine giden tek yoldan geçmesine izin vermez. “Yasak kardeşim yasak” der. Bir sürü itiş kalkıştan sonra Zeki bağırarak sorar Metin’e : “Yaw kardeşim başka yol yok, ben evime nasıl gideceğim” diye. Metin’in çözüm önerisi muhteşemdir..: “Kimse sana dünyanın yuvarlak olduğunu söylemedi mi? Dön evine sırtını, şimdi burnunun dikine dümdüz yürü, dünyayı dolaşıp evine varacaksın…”
Zeki-Metin gibi çaresiz değilmişiz oysa biz. Başka yollarımız da varmış ama bütün yolları ben kapatmışım meğer. Bunu da kırk yıl sonra anlatacaktı hikayenin baş kahramanı. Sonuçta birbirimize sırtlarımızı dönmüş ve yürümeğe başlamıştık otuz yıl önce. Birbirimizden habersiz, mutluluklarımızdan uzak, acılarımıza duyarsız, hüzünlerimize yabancı, sevinçlerimizi alkışlayamadan…
Otuz yıl sonra kardeş yangınına su dökmek için aramasıyla kesişecekti yollarımız yeniden. Çok farklı yollardan, çok farklı öğretmenlerle, çok farklı dillerle öğretmişti hayat ikimize de aynı şeyleri. Biz de farklı dillerle anlattık birbirimize, öğrendiğimiz hep aynı şeyleri. O kadar çok konuştuk, o kadar çok güldük, o kadar çok ağladık ki dört gün. Sanki hiç yaşanmamış kırk yıldan intikam alıyorduk yılların içini tek tek doldurarak…
Tarihin keşkelerle yazılamayacağını çok erken öğretmiştin. Hep zamanında öğretin her şeyi zaten. Ama bu kez sanki çok geç kaldın be hayat. Hikayenin mutlu sonla bitmesi için yolları ayırmamak ve yola devam etmek gerekirmiş meğer, kenetlenmiş ellerle hem de…
Ama yine de teşekkürler hayat. Dursun yüreğimin bir köşesinde. Öğrettin, belki kullanacak kadar zaman ve fırsat da tanırsın. Ama olur da tanımazsan -ki öyle gibi de görünüyor- yine de hiç kızmayacağım sana, söz. Yaşattığın her şey için tekrar tekrar sonsuz teşekkürler hayat. Yaşatmadıkların için de…