Mersin escort Bodrum escort Bursa escort

Tuzla russian escort Alanya russian escort Kayseri russian escort Antalya russian escort Diyarbakır russian escort Anadolu yakası russian escort Adana russian escort Ataşehir russian escort Şirinevler russian escort Beylikdüzü russian escort Halkalı russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Samsun russian escort Avcılar russian escort Pendik russian escort Beylikdüzü russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Mersin russian escort Avrupa yakası russian escort Kocaeli russian escort Bodrum russian escort Bakırköy russian escort Kadıköy russian escort İzmir russian escort bayan Beşiktaş russian escort Eskişehir russian escort Bursa russian escort Şişli russian escort Şişli russian escort russian escort İzmir Gaziantep russian escort Ankara russian escort Denizli russian escort Samsun escort kızlar Malatya russian escort İzmir russian escorts Samsun russian escort

Guymak
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Davut HACIHASANOĞLU
Köşe Yazarı
Davut HACIHASANOĞLU
 

SÜRGÜNDEKİ TANRILAR

Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek…                                      Sabahattin Ali   Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır…                                 Victor Hugo   Beğendiğiniz bedenlere hayallerinizdeki ruhları koyup aşk zannediyorsunuz…                  William Shakespeare   Gönlüm düştü bir sevdaya, gel gör beni aşk neyledi…                               Yunus Emre    İnsanlığın icat ettiği ilk yalan Adem ile Havva’nın incir yaprakları, her çocuğa söylediği ilk yalan ise ”seni leylekler getirdi” saçmalamasıdır. Bu tez dünyada pek kabul gören bir tez değildir -zaten ilk kez burada ileri sürülüyor- ama tezin sahibi de çok iddialı bir filozoftur. Yalnız bugünkü konumuz bu tez değil, tezde ileri sürülen yalanlardır. Sadece bu iki yalan da değil, hayatın tüm yalanları. Bu yalanları şimdi buraya madde madde yazacak değiliz, hepimiz binlercesini biliyoruz, çoğunu da söylüyoruz zaten. Biz işin en kötü tarafıyla kavga edeceğiz bugün. O en kötü taraf ise yaşamdaki her şeyin bu yalanların üzerine kuruluyor olmasıdır. Gelin şimdi bu yalanların üzerine kurulan şeylerin sadece  üç tanesine kısaca değinip geçelim. Çünkü yolumuz çok uzun, oradan aşka gideceğiz daha. Bir tanımın tanımladığı şeyi kendisiyle sınırladığını sohbet arkadaşlarıma söylemeyi çok ayıp sayarım. Ama olur da bu yazı başkalalarının da eline düşer diye bu notu da düşmüş olalım buraya. Dönelim üç şeye. Sadece TDK sözlüğündeki tanımlarına bakıyoruz…   Devlet : Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık; ülke.   Hiç uzatmağa gerek yok, az biraz Türkçe bilen biri hemen anlamıştır. Bu tanıma göre Anadolu’da herhangi bir devlet yoktur…   Sevgi : İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu; muhabbet.   Yani gökyüzünü sevemezsiniz mesela. Öyle ya, gökyüzüne niye bağlanalım ki, ya da nasıl bağlanılır..?   Mutluluk : Anlık bir duruma bağlı duyulan sevinç veya alınan zevk…   Yani mutluluktan ağlayan birinin o anda mutlu olduğunu söylemek ana dilimize göre yanlışmış. Ya da insan bir an mutlu sonraki an mutsuz olabilir diyen birine  afkur demek de suçmuş…   Mutluluk bir varış değil bir yolculuktur tezinden yola çıkarak, biraz düşelim mi mutluluğun peşinden yollara. Bir insan mutluluk diye bir şey anlatmağa başlayınca yanında karşı cinsten başka bir insanın daha olduğu kolayca anlaşılır hemen. Çünkü yalnız insanların mutlu olabileceği pek kabul görmez bizim kültürümüzde. Mutlaka çift olmaları gerekir mutlu olmaları için. Sadece evlenen çiftlere mutluluklar dilenir mesela, ayrılanlara dilenmez hatta kolay gelsin dendiği zamanlar da çoktur. Çift olmak için ise ya görücü usulüyle evlenilir ya da aşk evlilikleri yapılır. Bizim ülkemizde tecavüz yoluyla zorla evlendirmeler de olur ama onları karıştırmıyoruz. Aşk evlilikleri mi mutlu ve uzun sürer görücü usulüyle yapılan evlilikler mi sorusunun yanıtına ben bir şey yazamıyorum. Ama üniversitelerimizde istatistik diye bir bilim dalı var, kürsüsü var, profesörleri var. O bilme ve o bilim insanlarına göre görücü usulü evlilikler daha makbul. Bilim ilerledikçe tecavüz evlilikleri birinci sırayı olabilir ama bu konuyu da karıştırmıyoruz. Yoksa Çin’e kadar gidip onların “kuyunun dibindeki kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar zanneder” atasözüyle açıklayacağız mutluluğu ki Çin çok uzak, uzun sürer…   Geçelim aşka.  Gençliğimizde hepimiz de çok yapmışız belki ama, insana anlam katan bir şeye insanın tanım yapmağa kalkışması çok salakça bir şey geliyor şimdi bana. Çoğu zaman tanımlamağa çalışmaktan aşkı yaşamağa fırsat bulamadıklarını görüyoruz insanların. Bir bakın Allah aşkına, nasıl tanımlamış ana dilimizin sözlüğü…   Aşk : Bir kimse veya bir şeye karşı duyulan çok kuvvetli sevgi ve bağlılık duygusu; sevi, amor…   Yunus Emre bu tanımı görseydi başka bir şekilde anlatırdı sevdasını kesinlikle ama ancak bu kadarını yazabiliyorum. O başka türlüye aklım ermiyor çünkü…   Victor Hugo o sözü söylerken yüzerek kıyıya çıkın mı demek istemiş yoksa o denizde boğulun mu, onu da bilmiyoruz işte…   Shakespeare öyle bir söz söylemiş midir söylememiş midir kesin bir kaynak da yok ama söylemişse de ne beğendiği bedeni biliyoruz ne de hayallerindeki ruhu…   Çok güvendiğim, çok sevip saydığım bir dostum şöyle soruyor..: Herkes aynı kırmızıya bakıyor ama herkes aynı kırmızıyı mı görüyor acaba..? Yani olması gereken o ki, insan başkalarının kendisine dayattığı şeyleri ciddiye almamalı ve her şeyi kendi yaşamına göre doğru anlamlandırmalıdır...   Girişte bir tezini ortaya attığımız filozof da Sabahattin Ali’nin dünyanın zirvesine çıkarttığı sevgiyi şöyle anlamlandırıyor..:   Birini sizi sevdiği için seviyorsanız bu vefadır. Eğer onu güzelliği için seviyorsanız bu bir takıntıdır. Şayet onu  zenginliği için seviyorsanız bu biraz fahişeliktir. Eğer onu iyi yönlerinden dolayı seviyorsanız bu bir hayranlıktır. Güçlü olduğu için seviyorsanız bu da zayıflıktır. Ama onu niye sevdiğinizi bilmiyorsanız bu kesinlikle aşktır. Ve kadınlar bilinçsiz hiçbir şey yapmazlar…   Yönetenlere=sömürenlere göre sürekli geliştiği söylenen dünyaya bakınca da bir zamanların değerlerine adanan tanrı isimlerinin şimdi külot, ped ve prezervatif markası olarak satıldığını görüyoruz bit pazarlarında….   O sal Yukarı Nil’e atılmasaydı, hadi atıldı; Aşağı Nil’in  kenarında çalılıklara takılmasaydı, hadi takıldı; bari Firavunun küçük kızı o salın üstündeki bebeği alıp saraya götürmeseydi. O bebek sarayda büyüyüp Musa’ya evrilmeseydi ve ardılları gelip diğer bütün Tanrıları sürgüne göndermeseydi.  En azından Afrodit, Eros, Philotes, Dionysos ve Apollon bugün hala yaşıyor olsalardı acaba bundan daha mı kötü olurdu yeryüzü..? Biliyorsunuz, sonucu sizlere bırakmayı seviyorum…   Ama siz; Anadolu’yu dolaştın, İngiltere’ye Fransa’ya Yunanistan’a gittin, ta Çin’e kadar gidip herkesten bir şey söyledin de bir kelime de kendinden söyleseydin diyecek olursanız bir çift son sözüm de var…   Kadınlara “seni seviyorum”’dan başka hiçbir şey söyleyemedim ama hayatta. Yani son sözüm erkeklere..:   Bir ilişkiyi asla o ilişkiyi yaşamak istediğiniz kadının istediğinden daha fazla istemeyin. Yalnız, sakın bana sen bunu başarabildin mi diye de sormayın…   Haftaya memleketten, hem de ana kucağından sesleneceğim, görüşmek üzere…

SÜRGÜNDEKİ TANRILAR

Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek…    

                                 Sabahattin Ali

 

Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır…

                                Victor Hugo

 

Beğendiğiniz bedenlere hayallerinizdeki ruhları koyup aşk zannediyorsunuz…

                 William Shakespeare

 

Gönlüm düştü bir sevdaya, gel gör beni aşk neyledi…

                              Yunus Emre 

 

İnsanlığın icat ettiği ilk yalan Adem ile Havva’nın incir yaprakları, her çocuğa söylediği ilk yalan ise ”seni leylekler getirdi” saçmalamasıdır. Bu tez dünyada pek kabul gören bir tez değildir -zaten ilk kez burada ileri sürülüyor- ama tezin sahibi de çok iddialı bir filozoftur. Yalnız bugünkü konumuz bu tez değil, tezde ileri sürülen yalanlardır. Sadece bu iki yalan da değil, hayatın tüm yalanları. Bu yalanları şimdi buraya madde madde yazacak değiliz, hepimiz binlercesini biliyoruz, çoğunu da söylüyoruz zaten. Biz işin en kötü tarafıyla kavga edeceğiz bugün. O en kötü taraf ise yaşamdaki her şeyin bu yalanların üzerine kuruluyor olmasıdır. Gelin şimdi bu yalanların üzerine kurulan şeylerin sadece  üç tanesine kısaca değinip geçelim. Çünkü yolumuz çok uzun, oradan aşka gideceğiz daha. Bir tanımın tanımladığı şeyi kendisiyle sınırladığını sohbet arkadaşlarıma söylemeyi çok ayıp sayarım. Ama olur da bu yazı başkalalarının da eline düşer diye bu notu da düşmüş olalım buraya. Dönelim üç şeye. Sadece TDK sözlüğündeki tanımlarına bakıyoruz…

 

Devlet : Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık; ülke.

 

Hiç uzatmağa gerek yok, az biraz Türkçe bilen biri hemen anlamıştır. Bu tanıma göre Anadolu’da herhangi bir devlet yoktur…

 

Sevgi : İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu; muhabbet.

 

Yani gökyüzünü sevemezsiniz mesela. Öyle ya, gökyüzüne niye bağlanalım ki, ya da nasıl bağlanılır..?

 

Mutluluk : Anlık bir duruma bağlı duyulan sevinç veya alınan zevk…

 

Yani mutluluktan ağlayan birinin o anda mutlu olduğunu söylemek ana dilimize göre yanlışmış. Ya da insan bir an mutlu sonraki an mutsuz olabilir diyen birine  afkur demek de suçmuş…

 

Mutluluk bir varış değil bir yolculuktur tezinden yola çıkarak, biraz düşelim mi mutluluğun peşinden yollara. Bir insan mutluluk diye bir şey anlatmağa başlayınca yanında karşı cinsten başka bir insanın daha olduğu kolayca anlaşılır hemen. Çünkü yalnız insanların mutlu olabileceği pek kabul görmez bizim kültürümüzde. Mutlaka çift olmaları gerekir mutlu olmaları için. Sadece evlenen çiftlere mutluluklar dilenir mesela, ayrılanlara dilenmez hatta kolay gelsin dendiği zamanlar da çoktur. Çift olmak için ise ya görücü usulüyle evlenilir ya da aşk evlilikleri yapılır. Bizim ülkemizde tecavüz yoluyla zorla evlendirmeler de olur ama onları karıştırmıyoruz. Aşk evlilikleri mi mutlu ve uzun sürer görücü usulüyle yapılan evlilikler mi sorusunun yanıtına ben bir şey yazamıyorum. Ama üniversitelerimizde istatistik diye bir bilim dalı var, kürsüsü var, profesörleri var. O bilme ve o bilim insanlarına göre görücü usulü evlilikler daha makbul. Bilim ilerledikçe tecavüz evlilikleri birinci sırayı olabilir ama bu konuyu da karıştırmıyoruz. Yoksa Çin’e kadar gidip onların “kuyunun dibindeki kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar zanneder” atasözüyle açıklayacağız mutluluğu ki Çin çok uzak, uzun sürer…

 

Geçelim aşka.  Gençliğimizde hepimiz de çok yapmışız belki ama, insana anlam katan bir şeye insanın tanım yapmağa kalkışması çok salakça bir şey geliyor şimdi bana. Çoğu zaman tanımlamağa çalışmaktan aşkı yaşamağa fırsat bulamadıklarını görüyoruz insanların. Bir bakın Allah aşkına, nasıl tanımlamış ana dilimizin sözlüğü…

 

Aşk : Bir kimse veya bir şeye karşı duyulan çok kuvvetli sevgi ve bağlılık duygusu; sevi, amor…

 

Yunus Emre bu tanımı görseydi başka bir şekilde anlatırdı sevdasını kesinlikle ama ancak bu kadarını yazabiliyorum. O başka türlüye aklım ermiyor çünkü…

 

Victor Hugo o sözü söylerken yüzerek kıyıya çıkın mı demek istemiş yoksa o denizde boğulun mu, onu da bilmiyoruz işte…

 

Shakespeare öyle bir söz söylemiş midir söylememiş midir kesin bir kaynak da yok ama söylemişse de ne beğendiği bedeni biliyoruz ne de hayallerindeki ruhu…

 

Çok güvendiğim, çok sevip saydığım bir dostum şöyle soruyor..: Herkes aynı kırmızıya bakıyor ama herkes aynı kırmızıyı mı görüyor acaba..? Yani olması gereken o ki, insan başkalarının kendisine dayattığı şeyleri ciddiye almamalı ve her şeyi kendi yaşamına göre doğru anlamlandırmalıdır...

 

Girişte bir tezini ortaya attığımız filozof da Sabahattin Ali’nin dünyanın zirvesine çıkarttığı sevgiyi şöyle anlamlandırıyor..:

 

Birini sizi sevdiği için seviyorsanız bu vefadır. Eğer onu güzelliği için seviyorsanız bu bir takıntıdır. Şayet onu  zenginliği için seviyorsanız bu biraz fahişeliktir. Eğer onu iyi yönlerinden dolayı seviyorsanız bu bir hayranlıktır. Güçlü olduğu için seviyorsanız bu da zayıflıktır. Ama onu niye sevdiğinizi bilmiyorsanız bu kesinlikle aşktır. Ve kadınlar bilinçsiz hiçbir şey yapmazlar…

 

Yönetenlere=sömürenlere göre sürekli geliştiği söylenen dünyaya bakınca da bir zamanların değerlerine adanan tanrı isimlerinin şimdi külot, ped ve prezervatif markası olarak satıldığını görüyoruz bit pazarlarında….

 

O sal Yukarı Nil’e atılmasaydı, hadi atıldı; Aşağı Nil’in  kenarında çalılıklara takılmasaydı, hadi takıldı; bari Firavunun küçük kızı o salın üstündeki bebeği alıp saraya götürmeseydi. O bebek sarayda büyüyüp Musa’ya evrilmeseydi ve ardılları gelip diğer bütün Tanrıları sürgüne göndermeseydi.  En azından Afrodit, Eros, Philotes, Dionysos ve Apollon bugün hala yaşıyor olsalardı acaba bundan daha mı kötü olurdu yeryüzü..? Biliyorsunuz, sonucu sizlere bırakmayı seviyorum…

 

Ama siz; Anadolu’yu dolaştın, İngiltere’ye Fransa’ya Yunanistan’a gittin, ta Çin’e kadar gidip herkesten bir şey söyledin de bir kelime de kendinden söyleseydin diyecek olursanız bir çift son sözüm de var…

 

Kadınlara “seni seviyorum”’dan başka hiçbir şey söyleyemedim ama hayatta. Yani son sözüm erkeklere..:

 

Bir ilişkiyi asla o ilişkiyi yaşamak istediğiniz kadının istediğinden daha fazla istemeyin. Yalnız, sakın bana sen bunu başarabildin mi diye de sormayın…

 

Haftaya memleketten, hem de ana kucağından sesleneceğim, görüşmek üzere…

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.